Cicero: "Bu gök kubbe altında söylenmemiş söz yoktur" demiş.
İngilizlerin meşhur bir deyimi vardır. "Nothing new under the sun"
İçime oturmuş İNEKle konuşuyorum. "Kalk!" diyorum ama dinlemiyor.
"Oturacaaaam" diyor.
İçeceğim iki biranın birine göz dikti. Aslında en sevmediğim şey de iç sıkıntısı yaşadığım günlerde içmek. İçmem için bahaneler gerek bana. Güzel bahaneler. Mesela hafta sonu olmalı. Bedenim denize elli metreden daha yakın bir yerde olmalı. Güzel bir müzik olmalı güzel bir ses söylemeli, kulağıma çıplak gelmeli. Henüz güneş daha batmamış olmalı. Masa uzun olmalı ama sevdiğim arkadaşlar yakınımda oturmalı. Patlıcan kızartması olmalı üzerinde domates sosu dökülmüş olmalı.
Meli malı. Ama asıl "Rakı" olmalı.
Çünkü birayı meşrubattan sayarım.
Bir bira içtikten sonra telefon çalıyor. Arkadaşım diyor ki bara gidelim.
İçime inek oturmuş gelemem diyorum.
Ne ineği olum manyak mısın sen diyor. İnsanın içine öküz oturur inek oturmaz diyor.
Olum erkeklerin içine öküz oturmaz inek oturur diyorum.
Her neyse ben onu bir .......... oturacak yer bulamaz diyor. Hazırlan hadi diyor.
Barda Barış Manço' nun "Can bedenden çıkmayınca." şarkısını dinliyorum. En sevdiğim dizesi geliyor.
Masaya bir arkadaş geliyor. Yoktun abi uzun zamandır diyor.
İnekten mütevellit diyorum
Ne ineği abi diyor.
Boş ver diyorum.
Yanımdaki arkadaşıma bakıyor.
O da başıyla beni işaret edip, artık öküzlerle ineklerle arkadaşlık yapıyor diyor.
Ne diyor bunlar yahu diye içinden geçirdiğini düşündüren bir bakış atıyor yüzlerimize. Neyse abi deyip kalkıyor, tam gidecekken geri dönüp masaya yeniden oturuyor.
Yüzüme bakıp. Abi nefes alacaksın diyor. Dörde kadar sayarak ALLLL sekize kadar ayarak VERRR diyor. Bunu on beş dakika yap diyor. Sonra kalkıp gidiyor.
Başlıyorum nefes almaya. Yanımdaki arkadaşım yüzüme bakıp, dudaklarını bükerek başını bir oyana bir buyana sallıyor. Masadaki yarısı dolu bira şişelerini yandaki boş masaya koyuyor ve eliyle işaret ettiği çocuğa meşe fıçısında damıtılmış olan içecekten getirmesini söylüyor.
Birer bardak doldurduktan sonra dikiyoruz kafaya.
Sahneden kulağımıza bir şarkı ezgisi geliyor.
Arkadaşım yüzüme bakıyor. İnekten bir haber var mı? diyor. Bilmiyorum sanki kalkıp gidecek gibi diyorum.
Birer kadeh daha döküyoruz kafamıza, içimizdeki ateş olmadan yanan sıcaklığımıza akıyor içecek.
Masadaki telefonumun ekranı uyanıyor. Elime alıyorum. Gelen mesajları okumadan sola doğru kaydırıp bildirim ekranından siliyorum. Birden aklıma telefonuma aldığım notlar geliyor.
Bir ara sayfalarını karıştırırken ilginç olan bölümlerini kaydettiğim, Norman Doidge' nin Beynin Şifa Bulma Gücü adlı kitabından aldığım bir notu görüyorum.
Beynin plastik olduğunu ortaya koyan, benim nöroplastisite uzmanları olarak adlandırdığım bilim insanları değişmez beyin doktrinini çürüttüler. İlk kez canlı beynin mikroskobik aktivitelerini gözlemlemelerini sağlayan araçlara sahip olan bu uzmanlar, beynin çalıştıkça değiştiğini ortaya koydular. Öğrenme süreci devam ettikçe sinir hücreleri arasındaki bağlantıların arttığını ortaya koyan kişiye 2000 yılında fizyoloji ya da tıp alanında Nobel Ödülü verildi. Bu keşfi yapan Eric Kandel adlı bilim insanı, aynı zamanda öğrenmenin nöral yapıyı değiştiren genleri "aktive ettiğini" gösterdi. Daha sonra zihinsel aktivitenin yalnızca beynin ürünü olmadığını, aynı zamanda beyni şekillendiren etken olduğunu ortaya koyan yüzlerce çalışma yapıldı. Nöroplastisite beyne modern tıpta ve insan hayatında hak ettiği yeri geri kazandırdı.
Bu kafayla şimdi bu notları nasıl okuyayım diye düşünüyorum. Başka bir nota göz atıyorum.
"Kimse olmasa dahi hayatında sen varsın!" Doğan Cüceloğlu, ,
Bir de yanında bir link var. Linke tıklıyorum. Sahneden gelen müziğin sesine rağmen dinliyorum.
Dün gece yine saat iki buçukta Beat Taurus' tan çıktım.
Düğmeye bastım. Taksi geldi.
Yolu tarif ettim. Başımı cama koyup, çiseleyen yağmurda yolda yansıyan ışıklara bakmaya başladım.
Kanımda Kızılderili' lerin ateş suyu dedikleri içecekten vardı. Hem de bir hayli.
O yüzden konuşacak halim yoktu. Taksici arkadaş gençten biriydi. O da sohbeti sevmiyordu herhalde. İyi oldu diye geçirdim içimden.
15 dakika sonra evin önüne geldik.
Aynadaki taksimetreye baktım. 480 TL tuttu. Taksici arkadaş aynaya bakınca göz göze geldik.
"Abi 480 TL tuttu ama senden 1.000 TL alacam." dedi.
Az önce gözümü ayırdığım aynaya yeniden baktım. Yine göz göze geldik.
"1.000 TL alacam abi." dedi.
Sonra devam etti.
"Şaka şaka 480 TL abi. Ama nasıl da şaşırdın demi." dedi yüzündeki gülümsemeyle.
Hiç ses çıkarmadım.
Ellerimi montumun ceplerinde gezdirdim. Biraz doğrulup, pantolonum ceplerini de iki elimle üstten yokladım.
"Offff. Cüzdanım barda kalmış" dedim.
"Hadi yaaa." dedi. "Napalım abi? Döneyim mi?" dedi.
"Şaka şaka." deyip. Cebimden çıkardığım kartı uzattım.
Önder Güngör / Ankara / 16.10.2025
Beat' ten çıktım.
Yine gecenin 3 ünde bindim taksiye.
Kanımda arpa, buğday, çavdar veya mısırdan damıtılarak yapılan ve meşe fıçılarda dinlendirilerek olgunlaştırılan bir tür damıtılmış içecek var. Seviyorum bu içeceği. Akşam yemeğinden sonra içimi rahatlatıyor. 😊
Taksici abi benden daha yaşlı. Genelde çok az oluyor böyle.
"Gecen nasıl geçti?" diye soruyor.
"İyiydi." diye kısaca yanıtlıyorum.
Devam ediyor abi. 45 yıldır taksicilik yapıyormuş.
"Eh emekli olmuşsundur artık. Hem çocukları da büyütmüşsündür. Biraz da keyfine yapıyorsundur gecenin bu saatinde bu işi." diye soruyorum.
"İhtiyacım yok ama keyiften yapmıyorum." diyor.
Devam ediyor. "Benim panik atağım var" diyor.
"Sendeki en belirgin belirtisi ne?" diye soruyorum.
"Duramıyorum hiçbir yerde. Köye gittim orada da duramadım. Evde de duramıyorum. Duramıyorum işte. En iyisi taksi." diyor.
Önder Güngör / 11 Ekim 2025 / Ankara
.
Bu sabah koltuğa uzanmış TV' deki youtube videolarını izliyordum.
Yanımdaki sehpanın üzerinde duran Kobo' ya uzandım.
Dün akşam okuduğum kitabı bitirmiştim. Yeni bir kitap seçtim.
İlk sayfayı aşağıya bırakıyorum.
D İN L E N M E K
Ormanda yaşayan hayvanlar yaralandıklarında istirahate çekilirler. Olabildiğince ıssız bir yer bulup, orada günlerce hareket etmeden dururlar. Bedenlerinin en iyi bu şekilde iyileşeceğini bilirler de ondan. Bu süre boyunca bir şey yemeyip içmeseler bile olur. İyileşmek için durup dinlenmek hayvanlarda hâlâ yaşayan bir beceriyken biz insanlar bu dinlenme yetimizi kaybettik.
THICH NHAT HANH
Clara devam etmeden önce derin bir soluk aldı. "Duygular solukla doğrudan bağlantılı olduğu için," dedi, "kendimizi sakinleştirmenin iyi bir yolu soluğumuzu düzenlemektir. Örneğin, aldığımız her bir soluğu bilerek uzatmak yoluyla daha fazla enerji alacak biçimde kendimizi eğitebiliriz."
Clara ayağa kalktı ve onun gölgesini dikkatle izlememi istedi. Gölgesinin tümüyle durgun olduğunu fark ettim. Sonra bana ayağa kalkıp kendi gölgeme bakmamı söyledi. ağaçların rüzgar yapraklara dokunduğu zamanki gölgelerindeki gibi hafif bir titremeyi fark ettim.Genç delikanlı, bu iş yerinde üç aydır çalışıyordu. Daha önceki çalıştığı yerden ani bir kararla ayrılmıştı. Sabah işe gitmek için kalktığında, bilgisayarını açmış, patronuna "Ben artık işe gelmeyeceğim." diye mail atıp, tekrar yatağına geri dönmüştü.
İki ay kadar evde oturup, hiç dışarıya çıkmamış, hemen sonrasında ise bu işe girmişti.
Burada çalışmaya başladığı günden beri annesi, her sabah onunla birlikte kalkıp, evden çıkıncaya kadar peşinden dolaşmaya başlamıştı. Sabahın köründe bir mail gönderip, işinden bir kez daha ayrılmasından korkuyordu.Farkındalık ve odaklanma sayesinde dikkatinizi olana çevirip derin bir bakış kazanabilirsiniz. Böylece gözünüzün önündeki şeylerin gerçek doğasını görmeye başlayabilirsiniz. Bu bir bulut ya da bir çakıl taşı da olabilir, kanlı canlı bir insan da. Kendi öfkemiz de olabilir, bütün geçiciliğiyle bedenimiz de. Gerçekten durup derinlere baktığımızda, içimizdekilerin ve etrafımızdakilerin gerçek doğasını daha iyi anlamaya başlarız.
Sahiden bunları yapabilmek mümkün müydü? Yoksa bir hayal dünyası mıydı.? Yoksa her şey bir rastlantıdan mı ibaretti?
İki saattir kafede kitap okuyordu. Son sayfayı ikinci kez okuduktan sonra bardağın dibinde kalan çayını yudumladı. Kafasını kaldırıp diğer masalardaki insanlara baktı. Bütün masalar doluydu. Ortada dolaşmakta olan garsona adıyla seslendi. Eliyle işaret ederek hesabı getirmesini istedi.
Okuduğu tüm kitapların son sayfalarını hep bu kafede okurdu. Bugün de aynı şekilde sonuna yaklaşmış olduğu kitabının son sayfalarını burada okumuştu.Adam parmağındaki yüzüğü diğer elinin parmaklarıyla döndürüyordu. Bu onun tikiydi. Yolda yürürken bile, ellerini vücudunun önüne getiriyor, sürekli yüzüğüyle oynuyordu.
26 MartHavanın yüzü nasıl asık! Yine de bahçe duvarlarına sıralanan gençlerin sayısında bir azalma olmadı. Bizim buralar, bu yığma semtler, "tepkisizler"le dolu. Bütün gün oturuyorlar; ya bahçe duvarlarında, ya özel arabaların içinde. Kapılar açık, müzik dinliyorlar. Bacaklarını sallıyorlar ağır ağır. Koşmak, kızmak, konuşurken el-kol sallamak gibi doğal tepkilerden yoksunlar. Durumlarından hoşnutlar mı, birşeye mi öfkeleniyorlar, ilgi çekmek mi istiyorlar, anlaşılmıyor. Zaten en sık kullandıkları sözcük: "Fark etmez". "Boşver", "Boşvermişim Dünyaya", "Varsın Yansın Dünya", "Sev Kardeşim" gibi şarkılar bu gençler için yazılıyor, şampuan ve krem reklamları onlara sesleniyor. Oturuyorlar, kat kat giyinip kumaş ve yün tüketiyorlar.· Amerikan sigarası, o yoksa, sizin içtiğiniz herhangi bir sigara. Arasıra güldükleri oluyor, yalnız kendi aralarında önceden kararlaştırdıkları şakalara. Kolaylık adına herhalde. Kızlar uzun saçlı, ince, çatısız. "Dilerseniz", "Çok çok mersi", "katkıda bulunmak" gibi TV sözcükleriyle konuşuyorlar. Erkeklerse, kadınsı: yaylanan kaşlar, yumuşak ses, daracık omuzlar.
Küçüklüğümden beri hafızama çok güvenirim. Özellikle yön ve yer hafızama. Çok ilginç değil mi; hafıza deyince aklımıza zeka gelmekte çoğu zaman. Hafızası kuvvetli olan insanların zeki olduğunu düşünürüz. Benim yön ve yer hafızam kuvvetli ama kişi hafızam o kadar kuvvetli değildir. Mesela üniversite yıllarımı çok hatırlamam ama o yıllarda gittiğim evleri, yerleri, dükkanları, hemen hatırlarım sanki dün gitmiş gibi ama bir çok olay hafızamdan silinmiş gitmiş. Çocukluk anılarımı da çok hatırlamam. Aslında şimdi daha çok fark ettim. Geçmişteki birçok anımı hafızamdan silmiş gitmişim.
Daha sonraları birçok yazar ve şairin hatta bilim adamlarının, küçük not defterleri ile dolaştığını öğrendim.
Ho'oponopono
Hawaiili Şifacıların Sırrı kitabıLise yıllarındaydım. Genellikle o yıllara ait anılarım bölük pörçük. Birçok şeyi tam olarak hatırlayamıyorum. Arkadaşlarımla otururken baz...