Genç delikanlı, bu iş yerinde üç aydır çalışıyordu. Daha önceki çalıştığı yerden ani bir kararla ayrılmıştı. Sabah işe gitmek için kalktığında, bilgisayarını açmış, patronuna "Ben artık işe gelmeyeceğim." diye mail atıp, tekrar yatağına geri dönmüştü.
İki ay kadar evde oturup, hiç dışarıya çıkmamış, hemen sonrasında ise bu işe girmişti.
Burada çalışmaya başladığı günden beri annesi, her sabah onunla birlikte kalkıp, evden çıkıncaya kadar peşinden dolaşmaya başlamıştı. Sabahın köründe bir mail gönderip, işinden bir kez daha ayrılmasından korkuyordu.Aslında bu işe girdiği günden beri oğlunun tuhaf davranışları olduğunu da şaşkınlıkla izliyordu. Ama hiç bir anlam veremiyordu. Oğlu daha erken uyanıyor, kahvaltısını hızlıca yapıyor, daha önce hiç yapmadığı şekilde annesini her ki yanağından öpüp sarılarak hızlıca kapıdan çıkıyordu. Çoğu zaman çantasını ya da telefonunu unutuyor, hızlı hızlı kapı zilini çalıyor, ayakkabılarıyla hızlıca eve dalıp, eşyasını alıyor, annesini bir kez daha öpüp koşar adım işe gidiyordu.
Delikanlının iş yeri büyük bir binaydı. Bu binanın dördüncü katında küçük kabinlerden oluşan çalışma masalarında otuz kişi çalışıyorlardı. Masaların bulunduğu kabin bel seviyesine kadar tahta mobilyadan, üst kısmı ise omuz seviyesine kadar camdan oluşuyordu. Kafasını kaldırdığında, oturduğu yerden diğer çalışma arkadaşlarını rahatça görüyordu. Daha önceki yaptığı işlere göre çok daha kolay bir işi vardı. O yüzden günlük işlerini öğlene kadar bitiriyor daha sonrasında ise kendi çalışma kabininden bir hayli uzaktaki kabinde çalışmakta olan Hülya' yı seyrediyordu.
Her başını kaldırışında derin bir nefes alıyor, heyecanı artıyor, kalbi sanki vücudunun içinde dolaşıyordu. Birilerinin onu izlediğini görmesinden korkuyordu. O yüzden çekingen bakışlarını etrafta gezdiriyor kimsenin bakmadığından emin olduğunda Hülya' ya bir bakış attıktan sonra başını masasına eğiyordu.
Çay sevmediği halde defalarca çay alma bahanesiyle Hülya' ya yakın bir yerden geçiyor, ama bir türlü bakışlarını ona çeviremiyordu. Çok utangaç ve kırılgan bir yapısı vardı. Sanki bir suç işliyormuş gibi Hülya 'ya bakışlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
İş çıkışı sokaklarda yürüyor, parklarda oturuyor, sevgiyle dünyanın güzelliklerine bakıyordu. Bazen yolda yürürken o kadar çok Hülya' yı düşünüyordu ki, farkına vardığında yoldan geçen insanlara anlamsızca gülümsediğini görüyordu. Var olan her şeyi seviyordu. Cansız eşyalara bile şefkat duyuyordu. Aşıktı. Bunun farkındaydı.
Daha işe ilk başladığı günlerde Hülya' ya ilgi duymaya başlamıştı. Hatta bir arkadaşından rica edip, onun birikmiş işleri karşılığında çalışma kabinin değiştirmiş, onu fark edilmeden izleyeceği bu kabinine taşınmıştı. Şirket yemekhanesinde, çalışan buluşmalarında, onu görebileceği her yerde utangaç bakışlarını onun üzerinden ayıramıyordu. Karşısına dikilip, duygularını ona açıklamak ise yapacağı en son şeydi. Hülya' nın varlığı onun için yeterliydi. Hatta Hülya ' nın izinli olduğu günler, annesi tarafından çok iyi fark ediliyor ancak kadın bu duruma hiç bir anlam veremiyordu. Hülya' yı göremediği o günlerde delikanlı, eve gelir gelmez salondaki kanepeye uzanıyor, ne televizyon seyrediyor, ne kitap okuyor ne de kimseyle konuşuyordu. Annesinin ısrarlı sorularına, işte çok yorulduğunu, o yüzden dinlenmek istediğini söylüyor, kadıncağızı telaşa sürüklüyordu.
O gün yine sabah erkenden kalkıp, traşını olmuş, bir kaç kez gömlek denedikten sonra koşar adım işe gitmişti. Hülya henüz gelmemişti. Biraz gecikecek herhalde diye düşündü, İşlerini erkenden bitirmek için vakit kaybetmeden çalışmaya başladı. Arada bir başını kaldırıp, Hülya' nın gelip gelmediğine bakıyor, morali bozuk bir şekilde başını öne eğiyordu.
Öğle yemeğinde de yoktu Hülya.
Öğleden sonra masasında oturmuş, sıkkın bir ifadeyle etrafı izliyordu. Hülya yoktu.
Düşüncelere dalmış bir haldeyken, arkadaşlarının çalışma kabinin etrafında toplandığını fark etti.
Herkes onun yanındaydı.
Hep birden şarkı söylemeye başladılar.
"Mutlu yıllar." "İyi ki doğdun."
Bugün doğum günü müydü? Kendisi bile unutmuştu. Günü hatırladı. Evet bugün doğum günüydü.
Şirketin politikasıydı.Herkesin doğum günü hiç unutulmadan, istisnasız kutlanırdı. İnsan kaynaklarından bir kişi sadece bu ve benzeri günleri takip etmek için görevlendirilmişti.
Pastasını üfledi.
Kalabalığın içindeki o ışığı gördü. Hülya elinde tuttuğu küçük bir paketi ona uzattı.
Herkes yerine oturduktan sonra elindeki pakete sıkıca sarılmış olan delikanlı üzerindeki şaşkınlığı atıp, paketi açtı.
Bir şiir kitabıydı. Üzerinde küçük bir not iliştirilmişti. 23.sayfa yazıyordu.
23.sayfayı okumaya başladı.
BİRİSİ
Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir.
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda.
Nahit Ulvi AKGÜN
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda.
Nahit Ulvi AKGÜN
Önder Güngör / Ekim 2018 /Ankara

0 Yorum:
Yorum Gönder