Yıllar önce size Rüya Satan Adam (Rüya Taciri) filmi için kısa bir not yazmıştım. Burada.
Hatta film için, bizim Mandıra Filozofu bundan bir tık daha iyi demiştim. Geçenlerde Mandıra Filozofu ' nu bir kez daha izledim. Aslında hepimiz Mandıra Filozofu' yuz.😀 Dilimizden güzel kelimeler akıyor ama sadece dilimizden. Sorsan; herkes Mustafa Ali gibi konuşur. Ama yaşamaya gelince...
Mustafa Ali' nin sahnesi;
"Modern hayat insana kurnaz olmayı öğretiyor." diyerek başlıyor.
"Ferhat dağları delmek yerine buldozerle geçseydi, Mecnun, Leyla' nın aşkıyla çölde kavrulurken klimalı ciplerle gezseydi aşkları efsane olur muydu?" diye devam ediyor.
50 yaş üstünde olan bizler bile "Eskiden sevdiğimiz kızın yanından geçerken yüzümüz kızarırdı. O zaman her şey daha masumdu." demiyor muyuz? Sevdiğimiz kızı görmek için günde elli kere evinin önünden geçmez miydik? Ya da gizlice, hiç kimseye belli etmeden masumca takip etmez miydik peşinden? Utangaç bakışlar atmaz mıydık sınıftaki sıraların üstünden?
Şimdi demiyor muyuz gençler için, "Ellerinde telefon "Like' la beni amk" diye sevgiliye mesaj atmalar. Küfürlü yazışmalar." yapıyorlar diye.
Sahi şimdilerde şiir okuyan ya da şarkı sözlerini anlamıyla dinleyen genç kaldı mı?
Yoksa biz miydik son Mecnun, son Ferhat, son Leyla...
Şu güzel dizeleri kimin yazdığını bilen genç kaldı mı günümüzde?
Ya da sevgilisi için aşağıdaki duyguları hisseden.
“Ağzım kuruyor, dilim dönmüyor, Anlatamıyorum.” Orhan Veli
Filmde en sevdiğim sözlerden biri de "İnsan sesini değil sözünü yükseltmeli. Çünkü yaprakları yeşerten gök gürültüsü değil yağmurdur."
Ve Mustafa Ali, Bukowski ile devam ediyor mesajlarına,
"En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecekmiş gibi sevenlerdir."
Cahit, tekneden koya gelip, Mustafa Ali' ye "Buranın sahibi kim?" diye sorduğunda Mustafa Ali' nin "Ben kiracıyım?"
"Peki sahibi kim?"
"Kimilerine göre Allah, kimlerine göre Tanrı" dediği bölümde, daha önce blogumda alıntıladığım bir hikaye aklıma geldi.
Hayatın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gider. Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu görür... Fakat evi dikkatle gözden geçirdikten sonra, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını görür ve merakla sorar:
"Neden hiç eşyanız yok?" der. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz... Onlar nerede?"
Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sorar gezgin gence;
"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" der. "Peki, senin eşyaların nerede?"
Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtlar bu soruyu:
"Ama görüyorsunuz.... Ben yolcuyum."
Bilge:
"Ben de öyle, yavrum" der...
Filmde çok manidar bir replik daha var.
"Yani bu ülkedeki tüm tavuk çiftliklerini satın alacak kadar paranız var, ama tek bir yumurta bile yiyemiyorsunuz, öyle mi?"
Sonra da filmi izleyen herkesin kafasında yaptığı "Ömrünün geri kalanında yaşayacağı yaz tatili sayısı hesabı."
Herhalde herkes bu hesabı sessizce içinden yapmıştır.
Bir replik daha:
"Bu bir Iphone 5 mi?" (Filmin ne zaman çekildiğini buradan anlayabiliriz.😉😌)
"Evet"
"Hayatınızda daha kaç tane Iphone görebileceksiniz Bay Cavit? Hatta onu tasarlayan Steve Jobs bile sadece dördünü görebilmişti."
Tatil ve Iphone hesapları Cavit' in yüzünü değiştirir. Ve Cavit yüzmeye karar verir.😥
Benden bu kadar gerisi sizden.
Önder Güngör / Ankara / 10.11.2025




















