Dün sabah işyerimde rutin işlerimle uğraşırken bir mail geldi. Blogunu okuduğum ve defalarca da yorum yazdığım bir bayan arkadaşımdan. Arkadaşım diyorum ama sadece yazdıklarımızdan birbirimizi tanıyorduk.
"Merhaba Nasılsınız? Bugün öğle arasında Tunalı'da yemeğe ne dersiniz?. Tanışmış oluruz.? Eğer müsaitseniz buluşalım?"
"Neden olmasın?" diye yazdım.
Sonraki maillerde yer ve saat konusunda anlaştık.
Saat 12.20'de işten ayrıldım. Tunus caddesinde biraz yürüdükten sonra Tunalı'ya bağlanan ara sokaklardan birine saptım. Buluşacağımız kafenin yerini biliyordum. Çok sık gittiğim yerlerden biri değildi.
Kafedeki masaların hepsi boştu. Arkalara doğru ilerledim. Daha önce ikimizde bloglarımızda resimlerimizi defalarca yayınlamıştık o yüzden tanıma problemi olacağını hiç düşünmedik. Zaten arka masalardan birinde kendisini görünce hemen tanıdım.
Blogdaki fotoğraflarından daha genç gözüküyordu.
İlk başlarda havadan sudan konuştuk. İşlerimizden bahsettik.
Ancak her seferinde konu bloglara ve yazılarımıza geliyordu. Zaten buluşma nedenimiz, birbirimizi tanıma aracımızda belki de buydu.
Blogda niye yazıyor, ne zamandır yazıyor, neleri yazıyoruz, niye yazmayı seviyoruz, neler okuyoruz..vb.. .hep bunları konuşuyorduk.
Bir süre sonra masalar dolmaya, gürültüler artmaya başladı.
Yan masamızda iki tane adam otuyordu. Etrafımızdaki diğer masalarda da insanlar oturuyor ve yemeklerini yiyiyorlardı. Ama biz gelenin gidenin farkında değildik sadece durmadan konuşuyorduk. Ne çok konuşacak konumuz varmış.
- "Ben genelde blog'da günlük olayları yazıyorum. Gelecekle ilgili yazmayı sevmiyorum. Hikaye vb.. şeyler yazılıyor onlarda çok hoşuma gitmiyor. Hep yaşadığım olayları yazıyorum." dedi.
- "Benim için fark etmiyor. Yaşadığım, yaşayacağım, hikaye, güncel konular aklıma ne gelirse onu yazıyorum. Karman çorman bir şey yani." dedim.
Arada bir yine konu başka konulara kaysa da genelde bu konular üzerinde gidip geliyorduk.
Yemeğimiz bittikten sonra çay istedik.
- "Sana bir şey soracağım." dedi.
- "Tabii sor." dedim.
- "Şu senin blogda ara sıra yazdığın hikayeler var ya. Onları nasıl uyduruyorsun. Birkaç kez bende hikaye yazayım diye heveslendim ama sonradan vazgeçtim. Konuları sıkıcı buldum. Bazıları halen daha taslak halinde duruyor." dedi.
- "Bilmiyorum. Yazıyorum işte." dedim.
-"Bir şey daha soracağım ama alınmak yok." dedi.
-"Alınmam rahat ol." dedim.
- "Ne bileyim bazen hikayelerini okuyorum ama biraz uçuk geliyor. Üstelik alakasız ve anlaşılması zor oluyor. Yani karışık. Bunların hepsini uydurmak için ne kadar zaman harcıyorsun."
- "İnan çok zaman almıyor." dedim.
- "Şu baston şemsiye hikayesi biraz ilginçti. Ama daha sonra ara sıra çıkan adamlar Asım Bey'le , Reşat Bey'le gizemli hikayeler, ne bileyim böyle kendine bir gizem vermeye çalışma olayın beni biraz blogundan soğuttu doğrusunu istersen. Yok tiyatrodaki olaylar, dört tane senin kavga etmen, parkta yerde geçmişini izlemen, birden fazla yaşanan hayatlar...Bence daha gerçekçi hikayeler yazsan daha çok başarılı olursun. Ne bileyim kendine sırlarla doluymuşsun gibi hava vermeye çalışma yalın ol bence. Günlük yaşadıklarınla ilgili hikayeler yaz." dedi.
- "Haklısın. Olabilir." dedim.
- "Sana bir şey daha soracağım yaklaşsana..."
Biraz ona doğru yaklaştıktan sonra kısık bir sesle.
- "Biliyor musun yanımızdaki masadakilerin hepsi bizi dinliyor." dedi.
- "Nasıl yani?"
- "Bak sağında iki tane adam otuyor biz geldikten hemen sonra geldiler ve hiç konuşmadılar sürekli bizi dinliyorlar. Solundaki kızlar var ya onlarda çok az konuşuyorlar ve sık sık bizim masaya bakıyorlar. Hele arkadakiler birazdan üzerine düşecekler sanki." dedi.
Önce adamlara baktım. Göz göze geldik. Gülümseyerek selam verdim. Sonra kızlara baktım onlar yemeklerini yiyiyorlardı. Dönüp arka masalara baktım. Bütün masalar doluydu, hiç boş masa yoktu ve herkes bir şeylerle meşguldü.
- "Yoo bence bizi dinliyorlarmış gibi gelmedi bana." dedim.
- "Bak biraz dikkat et. Sende fark edeceksin." diye ısrar etti.
Başımı "hayır" manasında iki yana salladım.
Daha sonra yeniden blog ve yazılar hakkında konuşmaya devam ettik.
- "Kalkalım mı? Benim işe yetişmem gerek." dedi
- "Sen kalk ben bir çay daha içeyim. Çünkü başka bir arkadaşımla daha buluşacağım biraz daha vakit geçirmem gerekiyor." dedim.
Vedalaştık ve apar topar kafeyi terk edip gitti.
Yan masadaki adamlardan biri boş koltuktaki pardösüsünü kaldırıp baston şemsiyesini aldı ve kalkarak karşımdaki boşalmış olan sandalyeye oturdu.
- "Eee evlat nasılsın?"
- "İyiyim, Asım Bey siz nasılsınız?"
Kafedeki tüm masalar doluydu ve herkesi tanıyordum. Çoğuyla daha önce defalarca karşılaşmıştık.
- "Hepiniz gelmişsiniz. Hayırdır düğün mü var?"
Asım Bey gülerek,
- "Hadi gel biraz dışarıda yürüyelim. Konuşacaklarım var." dedi.
Önder Güngör / Ankara / 2009


















