Bir Çin Atasözü der ki;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.Bilmeyen ve bilmediğini bilen bir öğrencidir. Ona öğretin.
Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır. Onu uyandırın.
Bilen ve bildiğini bilen akıllıdır. Onu izleyin.
Bir Çin Atasözü der ki;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.İnsan bilmediği yaşamadığı yeri nasıl yazabilir ki. "Ağaç vardı, göl vardı. Ağaç yeşildi, göl soğuktu der." Yazar yazmasına da -ne de olsa gördü bir şeyler-, kelimelerin içi hep boş kalır. Doğru kelimeleri seçemez yazarken...
Bob Marley, “Müziğin güzel yanı, size çarptığında hiç acı hissettirmemesidir.” der.
Bugün size biraz Eray' dan bahsedeceğim. Eray Kihtir.
Kendisini yıllardır dinlerim. Perşembe günleri Beat Rock Pub - Taurus' ta çalıyor. Müzik dinlemek harika bir şey, hele bir de sevdiğiniz bir arkadaşınız çalıyor ve söylüyorsa...
Grubunun adı uzun. Kapı Türkçe Rock Müzik Grubu
Bazen diyorum ki "Bu adam bizim için mi çalıyor? Yoksa kendisi için mi?"
"Müziğe bir şey katmak istediğimde, onu dinleyen birini düşündüğümü fark ettim. Onların hayatına bir parça daha eklemek istediğimi." Bob Dylan
Ara verdiğinde bile ayrı bir enerjiyle her masayı dolaşır, gelen arkadaşlarıyla mutlaka bir kaç kelam eder. O, kalabalıkta dahi her arkadaşını fark eder. Mütevazı kişiliği onu ilk kez dinlemeye gelenler için bile hemen hissedilir.
Hem gitarıyla hem sesiyle yıllardır bizi büyülemeye devam ediyor. Eğer siyahi olsaydı ve 1950' lerde Amerika' da yaşasaydı, ünlü bir Blues müzisyeni olurdu.
Bir hafta Cem Karaca ağırlıklı, bir hafta Barış Manço, bir hafta 80' ler, bir hafta çooook eskiler..
Her hafta tekrara düştüğü şarkı ise, Dönence.
“Harika bir şarkı, kötü bir şarkıcıya iyi gelebilir; ama iyi bir şarkıcı, harika bir şarkıyla birleştiğinde gerçekten büyüleyici olur.” – Quincy Jones
İddiam şudur ki. Sadece Dönence' yi dinlemeye gelenler var.
Bende Eray' ın çaldığı Dönence' nin çok kaydı var. Birisini bulursam hemen bu satırların altına ekleyeceğim. (Bulamadım.😔)
“Bir şarkı yazdım, çünkü anlatamadım.” — Fikret Kızılok
Hafta içi olmaz diyenler için Cumartesi' leri de Kaan' a çalıyor Eray.(Kaan' dan ayrı bahsedeceğim bir sonraki yazımda.) Bir iki şarkıda orada söylüyor.
Bir ezgi, bir ritim, bir ses... Hepsi bir araya geldiğinde, insanın en derin duygularına dokunan görünmez bir dil oluşur.
Her insanın hayatında bir “şarkı” vardır. Ayrılığın şarkısı, hüznün şarkısı, yalnızlığın şarkısı, mutluluğun şarkısı....
“Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar, hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.” Cem Karaca
Bir iki video bırakıyorum aşağıya.
Önder Güngör / Ankara / 06.Eylül.2025
Söylediğiniz sözcükleri dinlemek için kendinize zaman ayırın. Eğer bir sözcüğü üç kez yineliyorsanız bunu bir kenara not edin. Bu sözcük artık sizin için bir kalıp niteliği kazanmıştır. Haftanın sonunda da oluşturduğunuz listeyi inceleyin, kullandığınız sözcüklerin sizin deneyimlerinizle nasıl uyuştuğunu görüp şaşıracaksınız.
Louis L. Hay / Düşünce Gücüyle Tedavi
“Borsa sabırsızdan sabırlıya para transferi aracıdır.” Warren Buffett
Para önemli midir?
Eğer biri size para önemli değil diyorsa bilin ki yalan söylüyordur. Kaçın ondan. Çünkü para çok önemlidir. Hele şu günlerde...
Önemli olmasa Lidya' lılar ilk parayı binlerce yıl önce basmazlardı.
Ya da Yunan Mitoloji' sinde, Ploutos olmazdı. Kendisi zenginlik tanrısıdır. Gözleri kapalı olarak tasvir edilir. Çünkü zenginliği dağıtırken eşit dağıtması gerekir.
Antik Mısır' da firavunlar zenginliklerini göstermek için devasa tapınaklar ve piramitler inşa ettirirlerdi. Bu onlar için gücün ve zenginliğin göstergesiydi.
Para zenginlik demektir. Harcamasını bilirsin bilmezsin ama paran varsa zenginsindir. Hani derler ya "Ben parayı değil, parayla satın aldıklarımı seviyorum diye..." Yok dostum...Sen parayı seviyorsun.
Niye böyle bir yazı yazıyorum biliyor musunuz?
Geçenlerde bir arkadaşım dedi ki ( inşaat işleri ile uğraşan biri) "Abi siz memurlar zengin olamazsınız." "Neden?" dedim.
"Çünkü para kazanmayı bilmiyorsunuz." dedi.
"Nasıl yani."
"Ben şu anda iflas etsem bile, bir yılda kaybettiklerimin hepsini yeniden kazanabilirim. Hatta fazlasını kazanırım. Çünkü para kazanmayı biliyorum. Siz bilmiyorsunuz." dedi. "Parayı kazanmayı bilmek." diye bir şey varmış. Belki de haklı.
Üniversite yıllarımda okuduğum bir kitap vardı. Jack Ensign Addington 'un "%100 Düşünce Gücü"
Bu kitapta parayı kazanmayla ilgili bir yasadan bahseder. Önce yanlışları sıralamış.
"Yasayı kullanmamıza bağlıdır. İnsanları sınırlayan ve zenginlikten mahrum kılan yanlış inanışlar şunlardır.
1- Zenginliğin şansa bağlı olduğuna inanmak yanlıştır.
2- Zenginlik yalnızca “para kazanma” yeteneğine bağlı değildir.
3- Zengin olmanın günahkarlık olduğunu düşünmek yanlıştır.
4- Cimriliğin erdem olduğunu düşünmek yanlıştır.
5- Zengin bir hayat sürmenin gelecek için mal ve para depolamak olduğuna inanmak yanlıştır.
6- Zengin olmak için kötü olmanın şart olduğuna inanmak yanlıştır."
“Parayı genellikle kendinize çekersiniz, peşinden koşmazsınız.” Jim Rohn
George S. Clason' un, Babilin En Zengin Adamı adlı kitabından da bir bölüm paylaşmak istiyorum.
Bansir de aynı fikirdeydi. “Tanrıların bana bir işkencesi olmalı bu. Bir rüya ile başladı, anlamsız bir rüya; rüyamda imkânları olan bir adam olduğumu gördüm. Kemerime bağlı çantam dolup taşıyordu, sikkelerden dolayı ağırlaşmıştı . Umarsız dilencilere dağıttığım şekeller vardı; karıma ve kendime ne istersem almak için kullandığım gümüş paralar vardı; gelecek için bana güvence veren altınlar vardı, böylece gümüşleri harcarken hiç tasalanmıyordum. Görkemli bir tatmin hissi vardı içimde! Çalışkan arkadaşını tanımazdın. Karımı da tanıyamazdı n, yüzündeki endişe kırışıklarının hepsi yok olmuştu, mutluluktan parlıyordu. Yine evliliğimizin ilk günlerindeki gülümseyen genç kı za d önüşmüştü.” “Hoş bir rüyaymış hakikaten,” dedi Kobbi. “Peki o zaman bu hoş hislerden sonra neden duvarın üzerinde öyle oturuyorsun?” “Neden mi! Uyandığımda ve para çantamın ne kadar boş olduğunu hatırladığımda bir başkaldırı hissi bürüdü içimi. Gel bu konuyu birlikte konuşalım. Denizcilerin dediği gibi aynı geminin yolcusuyuz ikimiz. Gençken birlikte rahipleri ziyaret ederek bilgeliklerinden yararlandık. Genç adamlar olarak birbirimizin zevklerini paylaştık. Yetişkin erkekler olarak da her zaman yakın olduk. Tatmin olmuş kişileriz. Uzun saatler çalışarak kazandıklarımızı özgürce harcamak bizi tatmin etti. Geçtiğimiz yıllarda para kazanmış olsak da zenginliğin getirdiği mutlulukları sadece hayal edebiliyoruz. Of! Aptal koyunlardan ne farkımız var? Dünyanın en zengin şehrinde yaşıyoruz. Gezginler diyor ki hiçbir şehir bu kadar zengin değil. En yakın arkadaşımın, yani senin cüzdanın boş ve bana diyorsun ki: ‘Senden önemsiz bir miktar olan iki şekeli ödünç alıp asillerin ziyafetine katılabilir miyim?’ Ve ben ne cevap veriyorum? ‘Cüzdanım burada, içindekileri memnuniyetle paylaşırım,’ mı diyorum? Hayır, kabul etmeliyim ki benim de cüzdanım seninki kadar boş. Mesele nedir? Neden gümüş ve altınımız yok bizim? Giyim ve yemekten fazlasına yetecek kadar paramız neden yok? Oğullarımızı düşün. Onlar da babalarının izinden gitmeye devam etmiyor mu? Oğullarımız ve onların aileleri ve onların oğulları ve onların oğullarının aileleri de bu kadar altın hazinesinin ortasında yaşayıp bizim gibi ekşi keçi sütü ve yulaf ezmesini mi ziyafet olarak görecekler?’’ diye cevap verdi Bansir.
Bansir ne diyor?
Görkemli bir tatmin hissi vardı içimde..
Başarılı insanların hayat hikayeleri ile ilgilen.Böyle başarılı yaşam öykülerini konu alan kitaplar oku, filmler seyret.Para sıkıntısı çekerken, ekonomik özgürlüğe ulaşmış insanların hikayeleriyle meşgul ol.Mucize" denilen şeylerle ilgilen.
Şimdi Google' a girip, ya da bir yapay zekaya sorup, "Nasıl zengin olunur?" " En çok para kazandıran işler nelerdir?" "Para kazandıran sektörler." "Hangi iş çok para kazandırır?" "Evde para kazanma" gibi bir çok şeyi araştırabilirsin ama benim bu yazımda anlatmaya çalıştığım, önce zihniyetini değiştirmen sonra da bu zihniyeti desteklemen gerektiğiyle ilgili.
Para kazanman için "Para kazanma düşüncesi ile barışık olman gerekiyor."
Dünyanın en zengin yatırımcılarından biri olan Warren Buffett’ ın bazı sözleri ilham verici olduğu için hemen alta bırakıyorum.
“Uyurken para kazanmanın bir yolunu bulamazsan, ölene kadar çalışırsın.” (Pasif gelirden bahseder.)
“Birileri bugün gölgede oturuyorsa, uzun zaman önce birileri ağaç ektiği içindir.” (Uzun vadeli yatırımdan bahseder.)
Size ilham olsun diye yine bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Kitabımız Milyoner Aklın Sırları, T. Harv Eker
Sonra, bir gün babamın bir arkadaşı bana önerilerde bulundu, şans işte! Annemlerdeydim. O kardeşimle iskambil oynuyordu ve geçerken beni fark etti. O sıralarda yine ekonomik sıkıntıya düşmüş ve üçüncü defadır annemlerin evine geri dönmüştüm; evin “alt kattaki dairesinde”, yani bodrumda oturuyordum. Babam ona benim feci durumumdan söz etmiş olmalı ki, bana acıma hissiyle bakıyordu.
“Harv” dedi, “Ben de senin gibi, tam bir enkaz olarak işe başladım”. “Harika” diye düşündüm; böylece kendimi daha iyi hissediyorum! O’na meşgul olduğumu; duvardaki kalkmış boyayı seyrettiğimi söylemeliydim!
O devam ediyordu: “Sonra birisi bana hayatımı değiştiren bir nasihatte bulundu, ben de onu sana aktarmak istiyorum.” Hayır, olamaz, işte bir baba-oğul nutku daha, üstelik o babam bile değil!” Ve şöyle dedi: “Harv, istediğin kadar iyi değilsen, bu sadece senin bilmediğin bir şeyin olduğunu gösterir.” O sırada delifişek genç bir adam olduğumdan, aşağı yukarı her şeyi bildiğimi düşünüyordum, ama maalesef banka hesabım tam tersini söylüyordu. Sonuçta babamın arkadaşını dinlemeye başladım. Sözüne devam etti, “Parasal başarıya, refaha ulaşmış insanların birbirlerine benzer şekilde düşündükleri gibi; parasal başarısızlık yaşayan, ekonomik sıkıntıdan kurtulamayan insanların da hemen hemen birbirleriyle aynı şekilde düşündüklerini ve hareket ettiklerini biliyor muydun?”
“Hayır” dedim, “Bu hiç aklıma gelmedi!” O ise cevap olarak, “Bu tam bir bilim değil, ama çoğunlukla başarılı insanlar bir türlü, başarısız insanlar çok başka türlü düşünürler, işte bu düşünme yöntemleri davranışlarını ve davranışlarının sonuçlarını belirler.” dedi ve şöyle devam etti: “Para konusunda başarılı olmuş insanlar gibi düşünürsen ve onların yaptıklarını yaparsan, sen de başarılı olur musun?” Havası kaçmış bir topun duyduğu güvenle, “Evet, herhalde” diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. “ O halde” dedi, “ Yapman gereken şey parasal başarıya, refaha kavuşmuş insanların düşünce şeklinden kopya çekmektir.”
O günlerdeki kuşkucu tavrımla, “Peki, şu anda ne düşünüyorsun?” diye sordum. “Parasal başarıya ulaşmak konusunda kendi kendilerine söz vermiş insanların sözlerini tuttuklarını düşünüyorum ve şu anda benim babana sözüm var. Çocuklar beni bekliyorlar, görüşürüz.” dedi ve gitti. O çıktı gitti, ama söyledikleri aklımda kaldı!
Hayatımda hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Ben de her şeye boş verip, kendimi para konusunda başarılı insanları ve onların düşünme yöntemlerini araştırmaya adadım. Zihnin çalışmasına dair ulaşabildiğim her şeyi öğrendim, ama asıl para kazanma psikolojisi üzerine odaklandım. Ve bunun çok önemli olduğunu keşfettim: Para konusunda başarılı insanlar, deli gibi çalıştığı halde iki yakasını bir araya getiremeyen, ekonomik sıkıntılardan kurtulamayan insanlardan farklı düşünüyorlardı gerçekten de. Sonunda, kendi düşüncelerimin aslında beni nasıl para kazanmaktan, zengin olmaktan alıkoyduğunu anladım. Daha önemlisi, aklımı, “Para Haritamı” yeniden şartlandırmaya ve beni parasal başarıya ulaştıracak birkaç güçlü teknik ve stratejileri öğrenmeye kanalize ettim. Ve sonra “Bu kadar laga luga yeter, şimdi de deneyeyim bakalım.” dedim.
Hemen yeni bir işe girişmeye karar verdim. Sağlık ve spor konularına ilgi duyduğum için Kuzey Amerika’nın ilk perakende “fitness” mağazalarından birini açacaktım. Param yoktu, işi başlatmak için Visa kartımdan 2.000 $ kredi çektim. Model aldığım parasal başarıya ulaşmış, zenginliği yakalamış insanların hem iş stratejilerini hem de düşünme stratejilerini uygulamaya koyuldum, ilk olarak kendimi başarıya ve kazanmak için oynamaya adadım. Yaptığım işe odaklanmaya ve bu konuda para kazanmadan onu bırakmayacağıma yemin ettim. Bu, önceki çabalarımdan radikal bir biçimde farklıydı, çünkü eskiden hep kısa vadeli düşündüğüm için ya iyi fırsatlar yanımdan geçip giderdi ya da işler kötüleştiğinden fırsatlar bana uğramazdı.
Şimdi gelelim Nasıl para kazanılır? sorusuna.
Önce zihninizi sonra da aklınızı kullanmanız gerekiyor. Sadece akıl yetmiyor. Önce para kazanmaya ikna olmak gerekiyor. Çünkü zihnimiz bu konu hakkında çok karışık. Bilinçaltı tahmin edemeyeceğiniz şekilde kirli. Temizleyin onu..
Sonra da akışa bırakın.
Önder Güngör / Ankara
SEVGİLİYE MEKTUP
Bir dakika evvel elimde kağıt kalem yokken, seninle konuşuyor ve sana yazıyordum. Elimde kağıt ve kalem olmadığını söylediğim veya yazdığım halde senin karşımda olmadığını söyleyemezdim. Bunu bir şair kafası ya da fantezisi farzet: Sen karşımda idin. Bunu söylemek güzel bir şey değil, fakat samimi. Hem galiba, bugün benim gibiler sevgililerinin karşısında imiş gibi olurlar. Demin sensiz ve kalem kağıtsız birçok şey konuştum, yazdım. Bunların çoğunu beğenmiş olacağım ki kalktım, kalem kağıt aradım. İşte oturdum, yazıyorum.
Senden bahsetmek istemem.
Zaten bahsedecek bir şey yok ki. ..
Ben seni çok seviyorum. Senin dünya umurunda değil! Bizim Orhan ne güzel söylemiş:
Ben sana hayran
Sen cama tırman
Sait Faik Abasıyanık / Balıkçının Ölümü
Ben sana hayran
Sen cama tırman
diye yazdığı ve bizim Orhan dediği Orhan Veli...
Elinde Bursa çakısı,
Boynunda kırmızı yazma;
Değnek soyarsın akşamlara kadar,
Filya tarlasında.Ben sana hayran,
Sen cama tırman.Orhan Veli / Kaside
Peki ne demek Ben sana hayran, Sen cama tırman.
Biri ötekine tutkun ama ötekinin aldırış ettiği yok.
Bir de Cem Karaca' nın Raptiye Rap Rap şarkısında geçer.
Ben sana hayran
Sen cama tırman
Yok içmeye bir şişe bile ayran
Nene gerek senin taht-ı revan
Fenerbahçe' nin taraftarlarını kahrettiği 100 bininci günlerden geçiyoruz. Eskiden ne olacak bu takımın hali derdik. Şimdi Fener' in maçının olduğu günleri saymazsak günlerimiz iyi geçiyor diyoruz.
Geçenlerde yine bir maçını izledim. Neredeyse sadece kaleci Türk' tü. Diğer Türk oyuncular kimdi bilmiyorum. Ayakları topa değmemişti.
Az önce Ülkü Tamer' in Yaşamak Hatırlamaktır adlı Anılar kitabı elime geçti. İlk birkaç sayfasını okuduktan sonra okunacaklar listesine ekledim. Hızlıca arka sayfalara göz attım. Gözüme ilişen bir başlık vardı. "Benim Futbolcularım". Bu bölümü okuyunca eski oyuncularla yeni oyuncular arasındaki fark daha da belirginleşti kafamda. Eskiden kendisi için, takımı için, seyirci için oynayan futbolculardan, sadece para için oynayan futbolculara nasıl evrildiğini gördüm.
Buyrun Ülkü Tamer' in yazısı aşağıda;
"Baba Hakkı'ların dönemine yetişemedim. Gazhane'nin dumanlan arasında Dolmabahçe'de maç seyretmeye başladığımda sahada Gündüz Kılıç'lar, Süleyman Seba'lar, Şükrü Gülesin'ler, Küçük Fikret'ler vardı. Maç sonuçlarını, teknik direktörlerin, antrenörlerin taktikleri değil, futbolcuların hırsı belirlerdi. Taktik dediğin neydi zaten! WM düzenine göre sıralanılır, herkes bulunduğu yerde formasının hakkını vermeye çalışırdı. Bir sağ bek biraz ileri çıkıp orta yapmaya kalksa, "Ne işin var orada? Yerine dön!" diye bağırırdık. Bir solaçığın sağa "deplase" olması ise, neredeyse görülmemiş şeydi. Savunmada herkes, adamından sorumluydu. Galatasaray, Fenerbahçe'yle mi oynayacak, bu aynı zamanda bir İsfendiyar - Basri maçı olurdu. Rakip Beşiktaş mı? Gelsin bakalım Baba Gündüz - Ali İhsan kapışması!
Kaleciler arasında en çok Turgay'ı severdim ben. Fenerbahçe'nin efsane kalecisi Cihat'ı pek az izleyebildim. Turgay'ı, kaleyi Erdoğan'dan devralmasından sonra yıllarca, hiç eksilmeyen bir keyifle seyrettim. Hani, "Şiir gibi futbol oynuyor, .. derler ya ... Turgay, şiirle düzyazının karışımıydı. Şiirin inceliği, düzyazının sağlamlığı vardı onda. Topu köşeden çıkarıp umutsuzluğu umuda çevirirken şiirdi. Kalesinde bir başka kale gibi güvenle dururken ise düzyazı. Nice usta kaleciler geçti Dolmabahçe'den ... Şükrü'ler, Özcan'lar, Varol'lar. Hepsini sevdim, alkışladım. Ama Turgay başkaydı. Bek denilince, önce ilci ad geliyor aklıma, ikisi de sol bek: Doktor Vedii ile Mehmetçik Basri. Vedii, Beşiktaş'ın en yararlı oyuncularından biriydi. Gösterişsizdi. Yalın bir futbolu vardı. Edebiyatta onun futbolunun karşılığı, olsa olsa "araştırma-inceleme" olurdu. Okur çoğunluğunun ilgisini çekmeyen, insanın başucunda bulundurduğu değil de, kitaplığında sakladığı bir kaynak. Eksikliğini ancak yokluğunda farkettiğiniz bir kitap. Fenerbahçeli Basri ise her maçını, son maçım oynuyormuş gibi oynardı. Coşkulu bir destandı. Yürekliliğin, çılgınlığın ve fiyakanın simgesiydi. Sağ haflar arasında Fenerbahçeli Selahattin'i severdim en çok. Kendisi gibi incecik bir futbolu vardı. Hem oynar, hem oynatırdı. Öne çıkmadan. Küçük, ama nitelikli bir orkestrayı başarıyla yöneten alçakgönüllü bir şefti. Santrhaf denince Ali İhsan Karayiğit. Soyadının kendisine tam anlamıyla yakıştığı pek az insandan biriydi. Karaydı. Yiğitçe oynardı. Ama sağa sola amaçsızca koşup durmaktan, kırıp dökmekten gelmiyordu yiğitliği. Saldırmak için değil, savunmak için ateşlenen bir silahtı. Büyük keyifle izlediğim sol haf ise Çengel Hüseyin'di. Belki ondan daha başarılı sol haflar gelip geçti Dolmabahçe'den; ama ben Çengel Hüseyin'i izlerken ayn bir tad alırdım. Tam çengeldi gerçekten, adamını kıskıvrak yakalar, bırakmazdı. Futbolun bir "seyirlik oyunu" olduğunu sürekli hatırlatır gibiydi. Forvette, birbirlerinden kolay ayıramayacağını oyuncular vardı. Sözgelimi, sağaçıkta ... Galatasaraylı İsfendiyar, Beşiktaşlı Süleyman Seba, İstanbulsporlu Kasapoğlu ... Ama Fenerbahçeli Küçük Fikret bir başkaydı. Fikret Kırcan, futbolunu da kendisi gibi yakışıklı kılmıştı. Zarifti. Karşısındaki beki çalımla yere indirip çizgiye doğru ilerlerken, neredeyse dönüp ondan özür dileyecek incelikteydi. En sevdiğim futbolcuları sıralarken, beni en çok zorlayan "mevki" sağiç olmuştur hep. Fenerbahçeli Erol ile Can, Galatasaraylı Suat, İstanbulsporlu Aydemir ... Can, gerçek anlamıyla bir top cambazıydı. Suat'ın oyununu hiç unutmadım. Topu göğsüyle yumuşatırken futbol oynamıyor da, bale yapıyordu sanki. Ya Aydemir'in frikikleri? Ama benim sağiçim Recep'ti. Recep Adanır. Yalnız Beşiktaşlıların değil, herkesin sevgilisiydi. Topu götürürken, pasını verirken, başını hafifçe kaldırıp şutunu atarken bambaşkaydı. Sapasağlamdı. Kişiliği de kendisi gibi sapasağlamdı. Tam bir karakartaldı. Galatasaray'da oynarken bile Beşiktaşlı Recep olarak seyrederdik onu.
Santrforum elbette Metin Oktay. Türk futbolunun en usta golcüsü. Şimdi bir oyuncu ceza alanına topla girip de kaleciyle karşı karşıya kalınca bile ne olacağını kestiremiyoruz. Metin ise ceza alanı dolaylarında topu ayağına alıp kaleye doğru bir balcb. mı, "GoooW diye bağırmaya başlardık. Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi. Hepsinin bir başkalığı, ayn bir güzelliği olurdu. "Gol goldür" deyip geçmezdik o yıllarda. Bizim için ancak güzel golün, Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı. Lefter, bence sadece soliçlerin değil, yurdumuza gelmiş geçmiş futbolcuların en büyüğüydü. Gerçekten "Ordinaryüs Profesör"dü. Dersini uyutarak değil, sihirbazlık gösterileri yaparak, tadını çıkara çıkara verirdi. Solaçıklar arasında Şükrü'nün yeri ayrıydı. Şükrü Gülesin, hem futbol oynar, hem "show" yapardı. Bayram yeri gibiydi. Topu ayağına aldığı anda şenlik başlardı. Bir yandan topla, sahayla, sahanın çizgileriyle, karşısındaki futbolcuyla, kendi takım arkadaşlarıyla, hakemlerle didişir, bir yandan da ortasını yapar, golünü atardı. Ama hep keyif alarak, keyif saçarak yapardı bunu. "
İzmir Atatürk Lisesindeydim. Yıl 1987.
Yatılı okuyordum.
Bizleri bir gece otobüse bindirip, Atatürk Kültür Merkezi' ne götürdüler. Suna Kan' ı dinlemiştik o gece. Tabii o zamanlar küçüğüz. Nereden bilelim Türkiye' nin en ünlü keman virtüözünü dinlediğimizi...Ama Suna Kan adı o günlerde beynime kazınmıştı...
Aradan birkaç ay geçtikten sonra aynı şekilde bir gece de Müşfik Kenter' in Bir Garip Orhan Veli gösterisini seyretmiştik. Gerçek anlamda dinlediğim ilk şiirlerdi. Gerçek anlamda diyorum, doğrusu bana hitap ettikleri için o cümleyi kurdum. Şiirlerden çok etkilenmiştim.
Yatakhaneye döner dönmez hemen önce cep telefonumdan sonra da laptopumdan internete girip Orhan Veli' nin şiirlerini okudum. Şaka şaka... Ne telefonu ne laptopu ne interneti. Yıl 1987 dedim ya... Henüz duman devrindeydik...
İlerleyen günlerde, nereden bulduğumu hatırlayamadığım bir şekilde Orhan Veli şiir kitabım olmuştu. Bazı şiirlerini ezberlemiştim.
Yine o yıllarda bir akrabamın evinde ince bir şiir kitabı bulmuştum.
Nahit Ulvi Akgün' e ait.
Bir şiirini çok sevmiştim. Ezberleyip de unutmadığım tek şiirdi. "Birisi"
Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucunda
Not: Nahit Ulvi Akgün, İzmir Atatürk Lisesi' nde 1965 yılında Felsefe öğretmenliği yapmıştır.
Not: Bu şiiri İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları' ndan aldım.
Bu kitabın bütün hakları İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları’na aittir. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntıların dışında yayımcının izni olmaksızın kitabın tamamı ya da bir kısmı hiçbir yolla çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve yeniden elde edilmek üzere saklanamaz. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İzelman AŞ’nin bir markasıdır.
Bu güne kadar taşların gücüne çok fazla itibar etmiş biri değilim. Ama gittiğim bazı yerlerden cebime taş koyup, eve getirmişliğim vardır. Arada bir çekmecelerde bir şeyler ararken, o taşlara denk geliyorum.
Taşın güzel rengi, içeriğinde bulunan, alüminyum, bakır ve fosfat mineralleri sayesindedir. Mavi rengini bakırdan, yeşil tonlarını ise demir veya kromdan alır.
Bu taşın, kaygı ve stresi azalttığına, nazardan koruduğuna inanılır. Boğaz çakrasıyla ilişkilendirildiği için; kişinin kendini ifade etmesini kolaylaştırdığı düşünülür.
"Firuze yüzük taşıyan fakirlik çekmez. İnsanlar arasında değer kazanır. Zenginliğe ve mal celbine vesile olur. Öldürülmekten emin olur. Firuze bulundurmak kalbi kuvvetlendirir, insandaki korkuyu alır.. Üzerinde taşıyan suda boğularak ve yıldırım çarparak ölmez. Hısmını da mağlub eder."
Dışarı çıkmak için hızlıca giyiniyordum. Kapı çaldı. Karşı komşumuzun elinde bir tepsi, aşure dağıtıyordu. Teşekkür edip, kağıt kasedeki aşureden aldım. Kapağını açtığımda mis gibi bir aşure beni bekliyordu. Küçüklüğümde, İzmir' deki aşureleri hatırlıyorum. Üzerlerinde bir avuç nar olurdu. Hem yemesi güzel olur, hem de görüntüsü çok hoş olurdu. Geçen günlerde yazlıktaki komşularımız da aşure getirmişlerdi, onların da üzerinde nar yoktu. Oysa benim hatırlarımda her aşure kasesinde bir avuç nar olurdu.
Neyse...Aşureyi bir güzel mideme indirdim. Ama aklımda halen daha NAR vardı.
Nar, kırmızı taneli... Aşure kasesine dağılmış, üstünü tamamen kaplamış.
Tabii nar deyince aklıma çok şey geliyor. Örneğin Yunan Mitoloji' sinde Yeraltı Tanrısı Hades'in kaçırdığı Persephone.
Persephone, Bereket tanrıçası Demeter'in kızıdır. Babası da Zeus'tur. Hades, Persephone'yi yeraltı dünyasında tutmak için ona bir nar tanesi yedirir. Mitolojiye göre, yeraltında herhangi bir şey yemeniz yeterli. Artık oradan ayrılamazsınız. Persephone, nar tanesi yediği için yılın bir kısmını yeryüzünde annesi Demeter'in yanında, bir kısmını ise yeraltında Hades'in eşi olarak geçirir. Bu da mevsimlerin oluşunu simgeler. Persephone, Demeter'in yanında olduğunda Bereket Tanrıçasının sevinci baharı ve yazı,, Persephone yeraltında indiğinde ise Demeter' n hüznü, kış' ı oluşturur.
Türk mitolojisinde ise nar, UMAY'ın kutsal meyvesidir. Umay, Türk mitolojisinde doğurganlık, bereket ve koruyuculuk tanrıçasıdır. Nar da aynı şekilde, yaşamın döngüsünü, bolluğu, bereketi ve sonsuzluğu sembolize eder. Umay çocukları ve doğurganlığı koruyan bir tanrıçadır ve narın çok sayıdaki tanesi, Umay'ın annelik ve koruyuculuk özelliklerini yansıtır.
Bazı arkadaşlarımın yılbaşı gecesi kapılarının önünde nar kırdıklarına tanık olmuştum. Sorduğumda, eve bereket ve şans getirmesi için demişlerdi. Daha sonra internette araştırdığımda, evin önünde hızla yere atılarak patlatılan nar taneleri ne kadar geniş ve uzak alana yayılırsa, bereket ve bolluğun o yıl, o evde o kadar çok bulunacağına inanıldığını okumuştum.
Kayınvalidemin evinde çeşitli boyutlarda art arda dizilmiş nardan süsler olurdu. Evi hep bereketli olmuştur.
Hititler, nar ağacına Hititçe "nurmu" veya "nurma" adını vermişler. Narın içindeki sayısız tane, çoğalmayı ve bereketi simgelermiş ve bu yüzden Ana Tanrıçalar ile ilişkilendirilmiş. Hitit, Ana Tanrıçası Kubaba, genellikle elinde bir nar tutarken tasvir edilmiş.
Eski Mısırlı' lara göre nar dünyanın ilk meyvesidir. Bolluk, bereket ve yeniden doğuşu sembolize eder. Burada Anadolu ve Yunanlılardan farklı olarak yeniden doğuş NAR meyvesine atfedilir. Mısırlı' lar yeniden doğuşa inandıkları için mezarlarında nar ile birlikte gömülmüşlerdir. Örneğin, Hatshepsut ve Amenhotep II gibi firavunların mezarlarında nar bulunmuştur. Böylece ikinci kez yaşayacaklarına inanmışlardır. Tutankamun’un mezarında, gümüş nar biçimli kap bulunmuştur.
Kayınvalidem bunları bildiği için bahçesine hep NAR ekmiş.
Nar ayrıca çok güçlü bir antioksidandır. Tansiyona ve damar sertliğine iyi gelir. Kolesterolü düşürür. Kronik iltihabı önler. Kanser tedavisi için önerilir. Alzheimer riskini azaltır. Bağışıklığı güçlendirir.
İbn Sina' nın EL-KANÜN Fi'T-TIBB adlı 4.kitabında bir bölüm okumuştum. Bu yazıyı yazarken o bölümü tekrar buldum.
"Bütün Böceklerin Kovulması (Böceksavarlar) Bizim zikredeceklerimizin evde serpilmesi gerekir; evdeki eşyaya uygulanır; odaya ve köşelere böceklerin yaklaşmaması için buhurlar ve diğerleri saçılır; örneğin buhurlardan nar ağacının odunun dumanı gibi. O böcekleri kesinlikle kovar. Aynı zamanda süsen kökü, narın uzun ince dalları bu konuda (böcekleri kaçırma) fevkalade etkindir."
İbn Sina 5.kitabında ise Nar şurubu tarifi verir ve neye iyi geldiğini yazmıştır. Buyrun tarifi,
"Nar Şurubu Bu şurup fazlalıkların mide ve bağırsaklara akması durumunda, oluşan uzun süren hummalar, mide sıcaklığında, midedeki sindirim bozukluğunda yararlı olur. Diüretik olarak etkilidir; bağırsakları temizler. Hazırlanması: İnce kabuklu, kırmızı ve olgun nar sıkılır, dövülür ve çıkan suyu 1/3'ü kalana kadar pişirilir. Ondan sonra şeker ilave edilir ve kullanılır."
Üniversite yıllarımdaydım. Her yere yürüyerek gidiyordum. Avcı toplayıcı ilk insanlar gibiydim. Tek ulaşım aracım ayaklarımdı. Neden her yere yürüyerek gittiğimi hatırlamıyorum. Param mı yoktu? Yoksa yürümeyi mi seviyordum? Tam da bilmiyorum. Ama sürekli yürüdüğümü açıkça hatırlıyorum. Zaten benim o yıllarımda henüz ne Ankaray ne de Metro vardı. Kalabalık otobüsler, dar koltuklu dolmuşlar vardı. Ama ben Ankara’ yı tanımak istiyordum. Bir şehir ancak böyle tanınır, hissedilirdi. Yürüyerek. Aynı Lise yıllarımda İzmir’ de yaptığım gibi. Şimdi sıra Ankara’ daydı.
Billur Sokak’ ta oturduğum zamanlarda, yürüyerek Bahçelievler’ e, oradan Kızılay’ a daha sonrasında Tunalı’ ya sonrasında da gerisin geriye eve gelirdim. Ankara ‘nın sahte flanörüydüm. (Fr. flâneur) Amaçsızdım, şehri geziyordum, gözlemliyordum ve zamana bağlı değildim. Ama gerçek bir flanör de değildim. O bambaşka bir şey. Şehrin derinliklerine inmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Şehre yabancıydım. Yeni gelmiştim. Ankara’ ya aşık da değildim. Dedim ya çakma flanördüm.
Önder Güngör / Ankara / 06 Ağustos 2025
Not: Görsel copilot kullanılarak yapay olarak oluşturulmuştur.
Wikipedia' da flanör tanımı:
Flanör (Fr. flâneur), 'aylak kent gezgini' anlamında kullanılan Fransızca kökenli kelime. Bu sözcük belirli bir karakteri yansıtır. Şehirde koşturan, çalışan diğer insanların aksine flanör, sakince sokakları dolaşır, gözlem yapar ve düşünür. Kalabalıklar içinde yalnız bir şekilde gezer. Herhangi bir amacı yoktur.
Picasso'ya sormuşlar:
- Bu ne biçim balık, üstat?
- Bu balık değil, resim! demiş.
Nedense birden aklıma geldi.
Lise yıllarındaydım. Genellikle o yıllara ait anılarım bölük pörçük. Birçok şeyi tam olarak hatırlayamıyorum. Arkadaşlarımla otururken baz...