Bu sabah çok erken kalktım,
Sevdiğin tatlıdan yaptım.
Yerken onu tek başıma,
Sessiz sedasız ağladım. (Model: Makyaj / Can Temiz)
Yok yok şaka.
Seğmenler Parkı' na gittim.
Bisiklet bindim. (Önder Güngör)
Bu sabah çok erken kalktım,
Sevdiğin tatlıdan yaptım.
Yerken onu tek başıma,
Sessiz sedasız ağladım. (Model: Makyaj / Can Temiz)
Yok yok şaka.
Seğmenler Parkı' na gittim.
Bisiklet bindim. (Önder Güngör)
İşyerindeki arkadaşımın ailesi Almanya ' da Aschaffenburg' da oturuyor. Geçenlerde ziyaretlerine gitmişti. Yeniden gitmeyi planlarken şehirdeki konserlere bakmış., gittiğinde belki giderim diye.
Bana da Colos-Saal – Live Music Club ' ın internet sitesini gönderdi.
Keşke Ankara' da da olsa dediğim türden.
Gerçi Ankara' da da çok kaliteli müzik dinliyoruz. Ankara' nın hakkını yemeyelim.
Colos-Saal – Live Music Club konserlerinde ilgimi çeken bir grup oldu. The Doors In Concert
Doors in Concert, gerçek bir Doors taklit grubudur. Solistin doğru görünümü ve mükemmel sesi var, klavyeci Ray Manzarek'e çok benziyor, gitarist Robby Krieger gibi çalıyor ve ses çıkarıyor ve son olarak davulcu John Densmore'un en incelikli ustalığına yaklaşabiliyor.
.... The Doors'un gösterileri enerjik, patlayıcı, heyecan verici ve çoğu zaman hareketliydi. The Doors in Concert, bu dönemi sahneye geri getiriyor. Özgün, tutkulu ve ses ve kostüm olarak kusursuz bir şekilde icra edilmiş.
Özgünlük, bu Hollandalı taklit grubunun ayırt edici özelliğidir. Sesi olabildiğince birebir yeniden yaratmak için yalnızca orijinal grubun çaldığı enstrümanları kullanırlar. Doğal olarak, Vox Continental, Gibson G-101 ve Gibson SG bu tanıma uygundur. The Doors konserindeki klavyeci, tıpkı Ray Manzarek'in de aynı modeli kullanması gibi, bas melodilerini sol eliyle, tarihsel olarak doğru gümüş üstlü bir Fender Rhodes piyano bas gitarda çalar. Doğal olarak, tıpkı The Doors'un zamanında yaptığı gibi, eski Fender amfiler ve mikrofonlar da kullanırlar. Her enstrüman ve her teknik ekipman, muhteşem orijinal sesin en ince ayrıntısına kadar korunmasını sağlamak için özenle ve sevgiyle modellenir ve birleştirilir.
Şimdi de grubun kendi sitesindeki yazılanları aşağıya bırakıyorum. https://thedoorsinconcert.com/#the-doors-tribute-band
The Doors taklit grubu
Otantik canlı ses ve görünümü yeniden yaşayın . The Doors in Concert, The Doors'un en iyi zamanlarındaki ses, görünüm, ekipman ve enerjiye sahip bir The Doors taklit grubudur.
Gerçek canlı ses ve görünüm
The Doors'un altın çağlarındakiyle aynı enstrümanları ve setlist'leri kullanıyoruz. The Doors'a saygı grubumuz, The Doors'u dünyanın gelmiş geçmiş en ikonik psikedelik rock gruplarından biri yapan tüm küçük ayrıntılara odaklanıyor. Tüm bu küçük ayrıntılar bir araya geldiğinde, diğer The Doors saygı gruplarından büyük bir fark yaratıyor!
The Doors taklit grupları, The Doors'u sahnede canlı dinleme özlemini gidermeye çalışıyor.
The Doors taklit grubu ve The Doors cover grubu
Yanlış anlaşılmasın, The Doors taklit grupları The Doors cover grupları değildir. The Doors cover grupları sadece The Doors şarkıları çalarken, The Doors taklit grupları Kaliforniyalı a*it rock idollerine saygıyla saygılarını sunar ve The Doors'un canlı bir konserini özenle yeniden canlandırarak The Doors'un mirasını yaşatmaya çalışırlar. Bu, bir The Doors cover grubundan çok daha fazlasıdır.
Authentic Doors taklit grubu
Piyasada birçok The Doors taklit grubu var, ancak The Doors in Concert, hepsinin arasında en özgün The Doors taklit grubu. Biz (The Doors in Concert), The Doors'un stüdyo albümlerinden çok daha saf bir The Doors sound'u sunan canlı albümlerine ve bootleg'lerine aşık olduk. İşte bu yüzden The Doors taklit grubumuz, aynı adı taşıyan canlı albümden adını alıyor .
Özgün bir The Doors taklit grubu olmak, The Doors'un en parlak dönemindeki canlı ses ve görünümü birebir yansıttığımız anlamına geliyor . Bu da, The Doors'u dünyanın gelmiş geçmiş en ikonik psikedelik rock grubu yapan tüm küçük detaylara gereğinden fazla emek harcadığımız anlamına geliyor. Ancak tüm bu küçük detaylar bir araya geldiğinde, diğer The Doors taklit gruplarından büyük bir fark yaratıyor. Grup minibüsümüz bile özgün!
Aynı enstrümanlar, amfiler ve mikrofonlar
The Doors'un mirasını yaşatmak için, The Doors'un altmışlı ve yetmişli yılların başında sahnede kullandığı orijinal, otantik enstrümanları, amfileri ve mikrofonları kullanıyoruz.
The Doors'un Ray Manzarek'iyle aynı org ve piyano bası
Özgün bir The Doors taklit grubu olmak, orgçumuzun (Willem Vonhof) aynı zamanda basçımız olduğu anlamına gelir. Tıpkı The Doors'tan Ray Manzarek gibi, Willem de sağ eliyle aynı Gibson G101 orgu (1967) veya Vox Continental orgu (1966) çalarken, sol eliyle aynı altın ışıltılı Fender Rhodes piyano bası (1966) veya gümüş ışıltılı Fender Rhodes piyano bası (1966) ile bas çalıyor. Elbette Willem, tıpkı Ray Manzarek'in The Doors'un sonraki stüdyo kayıtlarında ve canlı konserlerinde yaptığı gibi, The Doors'un Riders On The Storm, Queen Of The Highway veya LA Woman gibi sonraki eserlerini özgün bir Fender Rhodes sahne piyanosunda (1971) çalıyor. Ancak aynı enstrümanlarla, The Doors'un en parlak dönemindeki aynı canlı sesi ve görünümü yeniden yaratabiliriz.
Bu büyüleyici bas melodilerini The Doors'un müziğini karakterize eden o tüyler ürpertici org melodileriyle birleştirmek kesinlikle kolay değil. Tıpkı Ray Manzarek gibi, Willem de küçüklüğünden beri eğitimli bir klasik piyanist ve blues tutkunu. Sonuç olarak, Willem'in çalımında Ray'in özgün "Bach ve Chicago blues'u buluşuyor" tarzını duyabilirsiniz. Şanslıysanız, Willem, The Doors in Concert'in konserlerinden birinde Ray'in imzası haline gelen "Close To You" adlı blues şarkısını bile söyler . Bunu yapan başka bir The Doors taklit grubu duymadık. Belki de aynı anda bas, org çalıp şarkı söylemek çok zor olduğu içindir. Şapka çıkarıyorum sana Ray.
The Doors'un Robby Krieger'ıyla aynı gitarlar
Sahnede, gitaristimiz (Sander Compeer) tamamen The Doors'un Robby Krieger'ına dönüşüyor ve aynı ikonik ürkütücü riff'leri ve riff'leri yalnızca parmaklarıyla (yani gitar penası olmadan ) orijinal bir Gibson SG (1970) ile çalıyor. Moonlight Drive ve Who Do You Love gibi slide gitar gerektiren The Doors şarkılarında Sander, tıpkı Robby Krieger'ın The Doors'un altın çağlarında yaptığı gibi, Gibson SG'sini bir Gibson Les Paul Custom ile değiştiriyor.
Robby'nin tarzının zor yanı, gitarı algının kapısıymış gibi çalmasıydı; bu dünyayı bilinmeyenle bağlardı. Bazen Robby'nin gitarı artık bir gitar gibi bile duyulmuyordu. Daha çok ürkütücü bir şimşek ve gök gürültüsü gibiydi; gitaristimizin sahnede tam olarak canlandırmaya çalıştığı şey de buydu. Robby'nin gitarları, John'un davulları ve Ray'in org ve basıyla birlikte, Jim Morrison'ın şamanik ritüelini yaratabilmesinin ve izleyicilerini bu dünyanın ötesindeki özgürleştirici yerlere götürebilmesinin temelini oluşturuyordu.
The Doors'un John Densmore'uyla aynı davullar
The Doors'un ardındaki ritmik şamanik güç, John Densmore ve Supraphonic trampet ve havlayan ve homurdanan tom'lardan oluşan Ludwig Downbeat davul setinden geliyordu. Davulcumuz (Kees Braams), altın çağlarında The Doors'un John Densmore'uyla birebir aynı davul setine sahip olmasaydı, kendimizi en özgün The Doors taklit grubu olarak adlandıramazdık. Bu yüzden, sahip olduğumuzu söylemekten gurur duyuyoruz! Elbette, imza rengimiz Mod Orange.
John Densmore davul dinamikleri konusunda uzmanlaşmış, ki bu da bizim davulcunun uzmanlık alanı! John'un Drummerworld'e verdiği bir röportajda dediği gibi :
"Bu gülleleri tamtamların üzerine atıyorum - çok sessiz bir yerde! Ne halt ediyorum ben? Ben bile bilmiyordum. Ama sonra dinledim ve düşündüm ki, ah, bu gerilimi artırdı, değil mi? Köprüler ve dizeler - yüksek ve alçak sesle zıtlık oluşturuyor."
The Doors in Concert'in canlı performanslarında da aynı gerilimi yaratmayı seviyoruz. "Bir şeylerin ters gittiği, bir şeylerin tam olarak yolunda gitmediği" hissi. Bu, sizi kim olduğunuzu ve ne yapacağınızı düşünmeye sevk ediyor. The Doors tam da buydu ve bu hissi yeniden yaratmak, bizi gerçek bir The Doors taklit grubu yapan şey. İnanmıyor musunuz? The Doors'un The Celebration Of The Lizard'ına ithaf ettiğimiz albüme bir göz atın .
The Doors'un Jim Morrison'ıyla aynı mikrofonlar
Gerçek bir The Doors taklit grubu olarak, solistimiz (Danny van Veldhuizen), The Doors'tan Jim Morrison'ın sahnede ve stüdyoda kullandığı mikrofonlarla aynı olan Electro Voice EV-676 krom mikrofonlar (1966) ile şarkı söylüyor. Hatta Electro Voice EV-676 mikrofonlarının birden fazla versiyonu bile var: gümüş ve altın - tıpkı ışıltılı piyano baslarımızda olduğu gibi. Willem ara sıra geri vokallerini gümüş mikrofondan söylerken, Danny de Jim Morrison'ın akıllara durgunluk veren şiirlerini altın mikrofondan okuyor.
Söylemeye gerek yok, The Doors'un başarısı Jim Morrison'ın eksantrik ve şamanistik görünümüne bağlıydı. Deri pantolon, beyaz gömlek, deri çizmeler, uzun kıvırcık saçlar, elle tutulamayacak kadar sıcak olması ve istediği gibi ateşte dans etmesi. Biz (ve izleyiciler) şarkıcımız Danny'nin günlük hayatında kişisel antrenör olarak çalışması ve böylece kadınları eğlendirirken 3 saat boyunca aralıksız dans edebilmesi konusunda kendimizi çok şanslı hissediyoruz.
The Doors ile aynı sahne performansı
Gerçek bir The Doors taklit grubu olmak, yalnızca orijinal The Doors ile aynı ekipmana sahip olmamız anlamına gelmiyor; aynı zamanda sahne görünümümüzün de 1968'deki bir The Doors konserindekiyle birebir aynı olması gerekiyor. Deri pantolonlardan şaman danslarına, mumlardan bolca paçuli tütsüsüne kadar her şeyi yeniden yaratıyor ve izleyicilerimizi daha önce hiç gitmedikleri yerlere götürüyor, aynı zamanda Kaliforniyalı idollerimizi de anıyoruz.
The Doors'un canlı performanslarıyla aynı şarkı listesi
Ayrıca The Doors şarkıları seçimimiz de özgün. The Doors, stüdyo albümlerinde duyduğunuz grup değil. The Doors, bulabileceğiniz birçok canlı albümde ve korsan kayıtta duyduğunuz grup. The Doors, pek tanınmayan bir gruptu ve sizi nerede olduğunuzu ve nereye gittiğinizi düşünmeye sevk etti.
The Doors'a saygı duruşunda bulunan bir grup olarak kendimize The Doors in Concert adını veriyoruz çünkü The Doors'un sahnedeki kimliğine, 1991 tarihli aynı adlı canlı albümde duyabileceğiniz gibi The Doors'un canlı performans mirasına saygı duruşunda bulunmak istiyoruz. Bu yüzden set listelerimiz "sadece hitlerden" oluşmuyor. Universal Mind, The Celebration Of The Lizard , Baby Please Don't Go ve Mystery Train gibi daha az bilinen şarkılara da saygı duruşunda bulunuyoruz. Ayrıca 5 dakikadan uzun, belki 10 dakika süren org ve gitar soloları vermeyi de seviyoruz . Tıpkı The Doors'un 1968'de yaptığı gibi.
Gerçek canlı sesi ve görünümü yeniden yaşayın
Tıpkı The Doors'un canlı performanslarında olduğu gibi, ne başarmaya çalıştığımızı gerçekten anlamak için canlı performanslarımızı deneyimlemeniz gerekiyor. The Doors'un müziğinin kutsal bir zemin olduğunu biliyoruz ve (diğer) The Doors taklit gruplarına karşı da diğerleri kadar şüpheciyiz. Ancak gösterilerimize, enstrümanlarımıza ve The Doors şarkı seçimlerimize kattığımız ayrıntı miktarıyla, The Doors'a tam anlamıyla saygı duymaya, piyasadaki en ikonik psikedelik rock'a saygımızı sunmaya ve The Doors'un mirasını yaşatmaya çalışıyoruz.
The Doors in Concert'ı aksiyonda izlemek ister misiniz? Belki yakınınızda bir yerde sahne alırız! Yaklaşan turne tarihlerimizi görmek için aşağıdaki butona tıklayın. The Doors'un müziğini çok yakında sizinle birlikte kutlamayı umuyoruz!
Ben bu yazıyı 13 Eylül' de yazıyorum. Aschaffenburg' taki Colos-Saal – Live Music Club' ta, The Doors In Concert konseri 19 Eylül' de.
Bir Çin Atasözü der ki;
Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen bir aptaldır. Ondan sakının.İnsan bilmediği yaşamadığı yeri nasıl yazabilir ki. "Ağaç vardı, göl vardı. Ağaç yeşildi, göl soğuktu der." Yazar yazmasına da -ne de olsa gördü bir şeyler-, kelimelerin içi hep boş kalır. Doğru kelimeleri seçemez yazarken...
Bob Marley, “Müziğin güzel yanı, size çarptığında hiç acı hissettirmemesidir.” der.
Bugün size biraz Eray' dan bahsedeceğim. Eray Kihtir.
Kendisini yıllardır dinlerim. Perşembe günleri Beat Rock Pub - Taurus' ta çalıyor. Müzik dinlemek harika bir şey, hele bir de sevdiğiniz bir arkadaşınız çalıyor ve söylüyorsa...
Grubunun adı uzun. Kapı Türkçe Rock Müzik Grubu
Bazen diyorum ki "Bu adam bizim için mi çalıyor? Yoksa kendisi için mi?"
"Müziğe bir şey katmak istediğimde, onu dinleyen birini düşündüğümü fark ettim. Onların hayatına bir parça daha eklemek istediğimi." Bob Dylan
Hem gitarıyla hem sesiyle yıllardır bizi büyülemeye devam ediyor. Eğer siyahi olsaydı ve 1950' lerde Amerika' da yaşasaydı, ünlü bir Blues müzisyeni olurdu.
Her hafta tekrara düştüğü şarkı ise, Dönence.
“Harika bir şarkı, kötü bir şarkıcıya iyi gelebilir; ama iyi bir şarkıcı, harika bir şarkıyla birleştiğinde gerçekten büyüleyici olur.” – Quincy Jones
İddiam şudur ki. Sadece Dönence' yi dinlemeye gelenler var.
Bende Eray' ın çaldığı Dönence' nin çok kaydı var. Birisini bulursam hemen bu satırların altına ekleyeceğim. (Bulamadım.😔)
“Bir şarkı yazdım, çünkü anlatamadım.” — Fikret Kızılok
Hafta içi olmaz diyenler için Cumartesi' leri de Kaan' a çalıyor Eray.(Kaan' dan ayrı bahsedeceğim bir sonraki yazımda.) Bir iki şarkıda orada söylüyor.
Bir ezgi, bir ritim, bir ses... Hepsi bir araya geldiğinde, insanın en derin duygularına dokunan görünmez bir dil oluşur.
Her insanın hayatında bir “şarkı” vardır. Ayrılığın şarkısı, hüznün şarkısı, yalnızlığın şarkısı, mutluluğun şarkısı....
“Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar, hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar.” Cem Karaca
Bir iki video bırakıyorum aşağıya.
Önder Güngör / Ankara / 06.Eylül.2025
Söylediğiniz sözcükleri dinlemek için kendinize zaman ayırın. Eğer bir sözcüğü üç kez yineliyorsanız bunu bir kenara not edin. Bu sözcük artık sizin için bir kalıp niteliği kazanmıştır. Haftanın sonunda da oluşturduğunuz listeyi inceleyin, kullandığınız sözcüklerin sizin deneyimlerinizle nasıl uyuştuğunu görüp şaşıracaksınız.
Louis L. Hay / Düşünce Gücüyle Tedavi
“Borsa sabırsızdan sabırlıya para transferi aracıdır.” Warren Buffett
Para önemli midir?
Eğer biri size para önemli değil diyorsa bilin ki yalan söylüyordur. Kaçın ondan. Çünkü para çok önemlidir. Hele şu günlerde...
Önemli olmasa Lidya' lılar ilk parayı binlerce yıl önce basmazlardı.
Ya da Yunan Mitoloji' sinde, Ploutos olmazdı. Kendisi zenginlik tanrısıdır. Gözleri kapalı olarak tasvir edilir. Çünkü zenginliği dağıtırken eşit dağıtması gerekir.
Antik Mısır' da firavunlar zenginliklerini göstermek için devasa tapınaklar ve piramitler inşa ettirirlerdi. Bu onlar için gücün ve zenginliğin göstergesiydi.
Para zenginlik demektir. Harcamasını bilirsin bilmezsin ama paran varsa zenginsindir. Hani derler ya "Ben parayı değil, parayla satın aldıklarımı seviyorum diye..." Yok dostum...Sen parayı seviyorsun.
Niye böyle bir yazı yazıyorum biliyor musunuz?
Geçenlerde bir arkadaşım dedi ki ( inşaat işleri ile uğraşan biri) "Abi siz memurlar zengin olamazsınız." "Neden?" dedim.
"Çünkü para kazanmayı bilmiyorsunuz." dedi.
"Nasıl yani."
"Ben şu anda iflas etsem bile, bir yılda kaybettiklerimin hepsini yeniden kazanabilirim. Hatta fazlasını kazanırım. Çünkü para kazanmayı biliyorum. Siz bilmiyorsunuz." dedi. "Parayı kazanmayı bilmek." diye bir şey varmış. Belki de haklı.
Üniversite yıllarımda okuduğum bir kitap vardı. Jack Ensign Addington 'un "%100 Düşünce Gücü"
Bu kitapta parayı kazanmayla ilgili bir yasadan bahseder. Önce yanlışları sıralamış.
"Yasayı kullanmamıza bağlıdır. İnsanları sınırlayan ve zenginlikten mahrum kılan yanlış inanışlar şunlardır.
1- Zenginliğin şansa bağlı olduğuna inanmak yanlıştır.
2- Zenginlik yalnızca “para kazanma” yeteneğine bağlı değildir.
3- Zengin olmanın günahkarlık olduğunu düşünmek yanlıştır.
4- Cimriliğin erdem olduğunu düşünmek yanlıştır.
5- Zengin bir hayat sürmenin gelecek için mal ve para depolamak olduğuna inanmak yanlıştır.
6- Zengin olmak için kötü olmanın şart olduğuna inanmak yanlıştır."

“Parayı genellikle kendinize çekersiniz, peşinden koşmazsınız.” Jim Rohn
George S. Clason' un, Babilin En Zengin Adamı adlı kitabından da bir bölüm paylaşmak istiyorum.
Bansir de aynı fikirdeydi. “Tanrıların bana bir işkencesi olmalı bu. Bir rüya ile başladı, anlamsız bir rüya; rüyamda imkânları olan bir adam olduğumu gördüm. Kemerime bağlı çantam dolup taşıyordu, sikkelerden dolayı ağırlaşmıştı . Umarsız dilencilere dağıttığım şekeller vardı; karıma ve kendime ne istersem almak için kullandığım gümüş paralar vardı; gelecek için bana güvence veren altınlar vardı, böylece gümüşleri harcarken hiç tasalanmıyordum. Görkemli bir tatmin hissi vardı içimde! Çalışkan arkadaşını tanımazdın. Karımı da tanıyamazdı n, yüzündeki endişe kırışıklarının hepsi yok olmuştu, mutluluktan parlıyordu. Yine evliliğimizin ilk günlerindeki gülümseyen genç kı za d önüşmüştü.” “Hoş bir rüyaymış hakikaten,” dedi Kobbi. “Peki o zaman bu hoş hislerden sonra neden duvarın üzerinde öyle oturuyorsun?” “Neden mi! Uyandığımda ve para çantamın ne kadar boş olduğunu hatırladığımda bir başkaldırı hissi bürüdü içimi. Gel bu konuyu birlikte konuşalım. Denizcilerin dediği gibi aynı geminin yolcusuyuz ikimiz. Gençken birlikte rahipleri ziyaret ederek bilgeliklerinden yararlandık. Genç adamlar olarak birbirimizin zevklerini paylaştık. Yetişkin erkekler olarak da her zaman yakın olduk. Tatmin olmuş kişileriz. Uzun saatler çalışarak kazandıklarımızı özgürce harcamak bizi tatmin etti. Geçtiğimiz yıllarda para kazanmış olsak da zenginliğin getirdiği mutlulukları sadece hayal edebiliyoruz. Of! Aptal koyunlardan ne farkımız var? Dünyanın en zengin şehrinde yaşıyoruz. Gezginler diyor ki hiçbir şehir bu kadar zengin değil. En yakın arkadaşımın, yani senin cüzdanın boş ve bana diyorsun ki: ‘Senden önemsiz bir miktar olan iki şekeli ödünç alıp asillerin ziyafetine katılabilir miyim?’ Ve ben ne cevap veriyorum? ‘Cüzdanım burada, içindekileri memnuniyetle paylaşırım,’ mı diyorum? Hayır, kabul etmeliyim ki benim de cüzdanım seninki kadar boş. Mesele nedir? Neden gümüş ve altınımız yok bizim? Giyim ve yemekten fazlasına yetecek kadar paramız neden yok? Oğullarımızı düşün. Onlar da babalarının izinden gitmeye devam etmiyor mu? Oğullarımız ve onların aileleri ve onların oğulları ve onların oğullarının aileleri de bu kadar altın hazinesinin ortasında yaşayıp bizim gibi ekşi keçi sütü ve yulaf ezmesini mi ziyafet olarak görecekler?’’ diye cevap verdi Bansir.
Bansir ne diyor?
Görkemli bir tatmin hissi vardı içimde..
Başarılı insanların hayat hikayeleri ile ilgilen.Böyle başarılı yaşam öykülerini konu alan kitaplar oku, filmler seyret.Para sıkıntısı çekerken, ekonomik özgürlüğe ulaşmış insanların hikayeleriyle meşgul ol.Mucize" denilen şeylerle ilgilen.
Şimdi Google' a girip, ya da bir yapay zekaya sorup, "Nasıl zengin olunur?" " En çok para kazandıran işler nelerdir?" "Para kazandıran sektörler." "Hangi iş çok para kazandırır?" "Evde para kazanma" gibi bir çok şeyi araştırabilirsin ama benim bu yazımda anlatmaya çalıştığım, önce zihniyetini değiştirmen sonra da bu zihniyeti desteklemen gerektiğiyle ilgili.
Para kazanman için "Para kazanma düşüncesi ile barışık olman gerekiyor."
Dünyanın en zengin yatırımcılarından biri olan Warren Buffett’ ın bazı sözleri ilham verici olduğu için hemen alta bırakıyorum.
“Uyurken para kazanmanın bir yolunu bulamazsan, ölene kadar çalışırsın.” (Pasif gelirden bahseder.)
“Birileri bugün gölgede oturuyorsa, uzun zaman önce birileri ağaç ektiği içindir.” (Uzun vadeli yatırımdan bahseder.)
Size ilham olsun diye yine bir kitaptan alıntı yapmak istiyorum. Kitabımız Milyoner Aklın Sırları, T. Harv Eker
Sonra, bir gün babamın bir arkadaşı bana önerilerde bulundu, şans işte! Annemlerdeydim. O kardeşimle iskambil oynuyordu ve geçerken beni fark etti. O sıralarda yine ekonomik sıkıntıya düşmüş ve üçüncü defadır annemlerin evine geri dönmüştüm; evin “alt kattaki dairesinde”, yani bodrumda oturuyordum. Babam ona benim feci durumumdan söz etmiş olmalı ki, bana acıma hissiyle bakıyordu.
“Harv” dedi, “Ben de senin gibi, tam bir enkaz olarak işe başladım”. “Harika” diye düşündüm; böylece kendimi daha iyi hissediyorum! O’na meşgul olduğumu; duvardaki kalkmış boyayı seyrettiğimi söylemeliydim!
O devam ediyordu: “Sonra birisi bana hayatımı değiştiren bir nasihatte bulundu, ben de onu sana aktarmak istiyorum.” Hayır, olamaz, işte bir baba-oğul nutku daha, üstelik o babam bile değil!” Ve şöyle dedi: “Harv, istediğin kadar iyi değilsen, bu sadece senin bilmediğin bir şeyin olduğunu gösterir.” O sırada delifişek genç bir adam olduğumdan, aşağı yukarı her şeyi bildiğimi düşünüyordum, ama maalesef banka hesabım tam tersini söylüyordu. Sonuçta babamın arkadaşını dinlemeye başladım. Sözüne devam etti, “Parasal başarıya, refaha ulaşmış insanların birbirlerine benzer şekilde düşündükleri gibi; parasal başarısızlık yaşayan, ekonomik sıkıntıdan kurtulamayan insanların da hemen hemen birbirleriyle aynı şekilde düşündüklerini ve hareket ettiklerini biliyor muydun?”
“Hayır” dedim, “Bu hiç aklıma gelmedi!” O ise cevap olarak, “Bu tam bir bilim değil, ama çoğunlukla başarılı insanlar bir türlü, başarısız insanlar çok başka türlü düşünürler, işte bu düşünme yöntemleri davranışlarını ve davranışlarının sonuçlarını belirler.” dedi ve şöyle devam etti: “Para konusunda başarılı olmuş insanlar gibi düşünürsen ve onların yaptıklarını yaparsan, sen de başarılı olur musun?” Havası kaçmış bir topun duyduğu güvenle, “Evet, herhalde” diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. “ O halde” dedi, “ Yapman gereken şey parasal başarıya, refaha kavuşmuş insanların düşünce şeklinden kopya çekmektir.”
O günlerdeki kuşkucu tavrımla, “Peki, şu anda ne düşünüyorsun?” diye sordum. “Parasal başarıya ulaşmak konusunda kendi kendilerine söz vermiş insanların sözlerini tuttuklarını düşünüyorum ve şu anda benim babana sözüm var. Çocuklar beni bekliyorlar, görüşürüz.” dedi ve gitti. O çıktı gitti, ama söyledikleri aklımda kaldı!
Hayatımda hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Ben de her şeye boş verip, kendimi para konusunda başarılı insanları ve onların düşünme yöntemlerini araştırmaya adadım. Zihnin çalışmasına dair ulaşabildiğim her şeyi öğrendim, ama asıl para kazanma psikolojisi üzerine odaklandım. Ve bunun çok önemli olduğunu keşfettim: Para konusunda başarılı insanlar, deli gibi çalıştığı halde iki yakasını bir araya getiremeyen, ekonomik sıkıntılardan kurtulamayan insanlardan farklı düşünüyorlardı gerçekten de. Sonunda, kendi düşüncelerimin aslında beni nasıl para kazanmaktan, zengin olmaktan alıkoyduğunu anladım. Daha önemlisi, aklımı, “Para Haritamı” yeniden şartlandırmaya ve beni parasal başarıya ulaştıracak birkaç güçlü teknik ve stratejileri öğrenmeye kanalize ettim. Ve sonra “Bu kadar laga luga yeter, şimdi de deneyeyim bakalım.” dedim.
Hemen yeni bir işe girişmeye karar verdim. Sağlık ve spor konularına ilgi duyduğum için Kuzey Amerika’nın ilk perakende “fitness” mağazalarından birini açacaktım. Param yoktu, işi başlatmak için Visa kartımdan 2.000 $ kredi çektim. Model aldığım parasal başarıya ulaşmış, zenginliği yakalamış insanların hem iş stratejilerini hem de düşünme stratejilerini uygulamaya koyuldum, ilk olarak kendimi başarıya ve kazanmak için oynamaya adadım. Yaptığım işe odaklanmaya ve bu konuda para kazanmadan onu bırakmayacağıma yemin ettim. Bu, önceki çabalarımdan radikal bir biçimde farklıydı, çünkü eskiden hep kısa vadeli düşündüğüm için ya iyi fırsatlar yanımdan geçip giderdi ya da işler kötüleştiğinden fırsatlar bana uğramazdı.
Şimdi gelelim Nasıl para kazanılır? sorusuna.
Önce zihninizi sonra da aklınızı kullanmanız gerekiyor. Sadece akıl yetmiyor. Önce para kazanmaya ikna olmak gerekiyor. Çünkü zihnimiz bu konu hakkında çok karışık. Bilinçaltı tahmin edemeyeceğiniz şekilde kirli. Temizleyin onu..
Sonra da akışa bırakın.
Önder Güngör / Ankara
SEVGİLİYE MEKTUP
Bir dakika evvel elimde kağıt kalem yokken, seninle konuşuyor ve sana yazıyordum. Elimde kağıt ve kalem olmadığını söylediğim veya yazdığım halde senin karşımda olmadığını söyleyemezdim. Bunu bir şair kafası ya da fantezisi farzet: Sen karşımda idin. Bunu söylemek güzel bir şey değil, fakat samimi. Hem galiba, bugün benim gibiler sevgililerinin karşısında imiş gibi olurlar. Demin sensiz ve kalem kağıtsız birçok şey konuştum, yazdım. Bunların çoğunu beğenmiş olacağım ki kalktım, kalem kağıt aradım. İşte oturdum, yazıyorum.
Senden bahsetmek istemem.
Zaten bahsedecek bir şey yok ki. ..
Ben seni çok seviyorum. Senin dünya umurunda değil! Bizim Orhan ne güzel söylemiş:
Ben sana hayran
Sen cama tırman
Sait Faik Abasıyanık / Balıkçının Ölümü
Ben sana hayran
Sen cama tırman
diye yazdığı ve bizim Orhan dediği Orhan Veli...
Elinde Bursa çakısı,
Boynunda kırmızı yazma;
Değnek soyarsın akşamlara kadar,
Filya tarlasında.Ben sana hayran,
Sen cama tırman.Orhan Veli / Kaside
Peki ne demek Ben sana hayran, Sen cama tırman.
Biri ötekine tutkun ama ötekinin aldırış ettiği yok.
Bir de Cem Karaca' nın Raptiye Rap Rap şarkısında geçer.
Ben sana hayran
Sen cama tırman
Yok içmeye bir şişe bile ayran
Nene gerek senin taht-ı revan
Fenerbahçe' nin taraftarlarını kahrettiği 100 bininci günlerden geçiyoruz. Eskiden ne olacak bu takımın hali derdik. Şimdi Fener' in maçının olduğu günleri saymazsak günlerimiz iyi geçiyor diyoruz.
Geçenlerde yine bir maçını izledim. Neredeyse sadece kaleci Türk' tü. Diğer Türk oyuncular kimdi bilmiyorum. Ayakları topa değmemişti.
Az önce Ülkü Tamer' in Yaşamak Hatırlamaktır adlı Anılar kitabı elime geçti. İlk birkaç sayfasını okuduktan sonra okunacaklar listesine ekledim. Hızlıca arka sayfalara göz attım. Gözüme ilişen bir başlık vardı. "Benim Futbolcularım". Bu bölümü okuyunca eski oyuncularla yeni oyuncular arasındaki fark daha da belirginleşti kafamda. Eskiden kendisi için, takımı için, seyirci için oynayan futbolculardan, sadece para için oynayan futbolculara nasıl evrildiğini gördüm.
Buyrun Ülkü Tamer' in yazısı aşağıda;
"Baba Hakkı'ların dönemine yetişemedim. Gazhane'nin dumanlan arasında Dolmabahçe'de maç seyretmeye başladığımda sahada Gündüz Kılıç'lar, Süleyman Seba'lar, Şükrü Gülesin'ler, Küçük Fikret'ler vardı. Maç sonuçlarını, teknik direktörlerin, antrenörlerin taktikleri değil, futbolcuların hırsı belirlerdi. Taktik dediğin neydi zaten! WM düzenine göre sıralanılır, herkes bulunduğu yerde formasının hakkını vermeye çalışırdı. Bir sağ bek biraz ileri çıkıp orta yapmaya kalksa, "Ne işin var orada? Yerine dön!" diye bağırırdık. Bir solaçığın sağa "deplase" olması ise, neredeyse görülmemiş şeydi. Savunmada herkes, adamından sorumluydu. Galatasaray, Fenerbahçe'yle mi oynayacak, bu aynı zamanda bir İsfendiyar - Basri maçı olurdu. Rakip Beşiktaş mı? Gelsin bakalım Baba Gündüz - Ali İhsan kapışması!
Baba Hakkı / Hakkı YelenKaleciler arasında en çok Turgay'ı severdim ben. Fenerbahçe'nin efsane kalecisi Cihat'ı pek az izleyebildim. Turgay'ı, kaleyi Erdoğan'dan devralmasından sonra yıllarca, hiç eksilmeyen bir keyifle seyrettim. Hani, "Şiir gibi futbol oynuyor, .. derler ya ... Turgay, şiirle düzyazının karışımıydı. Şiirin inceliği, düzyazının sağlamlığı vardı onda. Topu köşeden çıkarıp umutsuzluğu umuda çevirirken şiirdi. Kalesinde bir başka kale gibi güvenle dururken ise düzyazı. Nice usta kaleciler geçti Dolmabahçe'den ... Şükrü'ler, Özcan'lar, Varol'lar. Hepsini sevdim, alkışladım. Ama Turgay başkaydı. Bek denilince, önce ilci ad geliyor aklıma, ikisi de sol bek: Doktor Vedii ile Mehmetçik Basri. Vedii, Beşiktaş'ın en yararlı oyuncularından biriydi. Gösterişsizdi. Yalın bir futbolu vardı. Edebiyatta onun futbolunun karşılığı, olsa olsa "araştırma-inceleme" olurdu. Okur çoğunluğunun ilgisini çekmeyen, insanın başucunda bulundurduğu değil de, kitaplığında sakladığı bir kaynak. Eksikliğini ancak yokluğunda farkettiğiniz bir kitap. Fenerbahçeli Basri ise her maçını, son maçım oynuyormuş gibi oynardı. Coşkulu bir destandı. Yürekliliğin, çılgınlığın ve fiyakanın simgesiydi. Sağ haflar arasında Fenerbahçeli Selahattin'i severdim en çok. Kendisi gibi incecik bir futbolu vardı. Hem oynar, hem oynatırdı. Öne çıkmadan. Küçük, ama nitelikli bir orkestrayı başarıyla yöneten alçakgönüllü bir şefti. Santrhaf denince Ali İhsan Karayiğit. Soyadının kendisine tam anlamıyla yakıştığı pek az insandan biriydi. Karaydı. Yiğitçe oynardı. Ama sağa sola amaçsızca koşup durmaktan, kırıp dökmekten gelmiyordu yiğitliği. Saldırmak için değil, savunmak için ateşlenen bir silahtı. Büyük keyifle izlediğim sol haf ise Çengel Hüseyin'di. Belki ondan daha başarılı sol haflar gelip geçti Dolmabahçe'den; ama ben Çengel Hüseyin'i izlerken ayn bir tad alırdım. Tam çengeldi gerçekten, adamını kıskıvrak yakalar, bırakmazdı. Futbolun bir "seyirlik oyunu" olduğunu sürekli hatırlatır gibiydi. Forvette, birbirlerinden kolay ayıramayacağını oyuncular vardı. Sözgelimi, sağaçıkta ... Galatasaraylı İsfendiyar, Beşiktaşlı Süleyman Seba, İstanbulsporlu Kasapoğlu ... Ama Fenerbahçeli Küçük Fikret bir başkaydı. Fikret Kırcan, futbolunu da kendisi gibi yakışıklı kılmıştı. Zarifti. Karşısındaki beki çalımla yere indirip çizgiye doğru ilerlerken, neredeyse dönüp ondan özür dileyecek incelikteydi. En sevdiğim futbolcuları sıralarken, beni en çok zorlayan "mevki" sağiç olmuştur hep. Fenerbahçeli Erol ile Can, Galatasaraylı Suat, İstanbulsporlu Aydemir ... Can, gerçek anlamıyla bir top cambazıydı. Suat'ın oyununu hiç unutmadım. Topu göğsüyle yumuşatırken futbol oynamıyor da, bale yapıyordu sanki. Ya Aydemir'in frikikleri? Ama benim sağiçim Recep'ti. Recep Adanır. Yalnız Beşiktaşlıların değil, herkesin sevgilisiydi. Topu götürürken, pasını verirken, başını hafifçe kaldırıp şutunu atarken bambaşkaydı. Sapasağlamdı. Kişiliği de kendisi gibi sapasağlamdı. Tam bir karakartaldı. Galatasaray'da oynarken bile Beşiktaşlı Recep olarak seyrederdik onu.
Santrforum elbette Metin Oktay. Türk futbolunun en usta golcüsü. Şimdi bir oyuncu ceza alanına topla girip de kaleciyle karşı karşıya kalınca bile ne olacağını kestiremiyoruz. Metin ise ceza alanı dolaylarında topu ayağına alıp kaleye doğru bir balcb. mı, "GoooW diye bağırmaya başlardık. Metin'in attığı gollerin neredeyse hiçbiri sıradan değildi. Hepsinin bir başkalığı, ayn bir güzelliği olurdu. "Gol goldür" deyip geçmezdik o yıllarda. Bizim için ancak güzel golün, Metin'in attığı gollere benzer gollerin bir anlamı vardı. Lefter, bence sadece soliçlerin değil, yurdumuza gelmiş geçmiş futbolcuların en büyüğüydü. Gerçekten "Ordinaryüs Profesör"dü. Dersini uyutarak değil, sihirbazlık gösterileri yaparak, tadını çıkara çıkara verirdi. Solaçıklar arasında Şükrü'nün yeri ayrıydı. Şükrü Gülesin, hem futbol oynar, hem "show" yapardı. Bayram yeri gibiydi. Topu ayağına aldığı anda şenlik başlardı. Bir yandan topla, sahayla, sahanın çizgileriyle, karşısındaki futbolcuyla, kendi takım arkadaşlarıyla, hakemlerle didişir, bir yandan da ortasını yapar, golünü atardı. Ama hep keyif alarak, keyif saçarak yapardı bunu. "
İzmir Atatürk Lisesindeydim. Yıl 1987.
Yatılı okuyordum.
Bizleri bir gece otobüse bindirip, Atatürk Kültür Merkezi' ne götürdüler. Suna Kan' ı dinlemiştik o gece. Tabii o zamanlar küçüğüz. Nereden bilelim Türkiye' nin en ünlü keman virtüözünü dinlediğimizi...Ama Suna Kan adı o günlerde beynime kazınmıştı...
Aradan birkaç ay geçtikten sonra aynı şekilde bir gece de Müşfik Kenter' in Bir Garip Orhan Veli gösterisini seyretmiştik. Gerçek anlamda dinlediğim ilk şiirlerdi. Gerçek anlamda diyorum, doğrusu bana hitap ettikleri için o cümleyi kurdum. Şiirlerden çok etkilenmiştim.
Yatakhaneye döner dönmez hemen önce cep telefonumdan sonra da laptopumdan internete girip Orhan Veli' nin şiirlerini okudum. Şaka şaka... Ne telefonu ne laptopu ne interneti. Yıl 1987 dedim ya... Henüz duman devrindeydik...
İlerleyen günlerde, nereden bulduğumu hatırlayamadığım bir şekilde Orhan Veli şiir kitabım olmuştu. Bazı şiirlerini ezberlemiştim.
Yine o yıllarda bir akrabamın evinde ince bir şiir kitabı bulmuştum.
Nahit Ulvi Akgün' e ait.
Bir şiirini çok sevmiştim. Ezberleyip de unutmadığım tek şiirdi. "Birisi"
Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki
Gülüşerek başlıyoruz söze
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucunda
Not: Nahit Ulvi Akgün, İzmir Atatürk Lisesi' nde 1965 yılında Felsefe öğretmenliği yapmıştır.
Not: Bu şiiri İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları' ndan aldım.
Bu kitabın bütün hakları İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları’na aittir. Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntıların dışında yayımcının izni olmaksızın kitabın tamamı ya da bir kısmı hiçbir yolla çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve yeniden elde edilmek üzere saklanamaz. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları, İzelman AŞ’nin bir markasıdır.
Bu güne kadar taşların gücüne çok fazla itibar etmiş biri değilim. Ama gittiğim bazı yerlerden cebime taş koyup, eve getirmişliğim vardır. Arada bir çekmecelerde bir şeyler ararken, o taşlara denk geliyorum.
Taşın güzel rengi, içeriğinde bulunan, alüminyum, bakır ve fosfat mineralleri sayesindedir. Mavi rengini bakırdan, yeşil tonlarını ise demir veya kromdan alır.
Bu taşın, kaygı ve stresi azalttığına, nazardan koruduğuna inanılır. Boğaz çakrasıyla ilişkilendirildiği için; kişinin kendini ifade etmesini kolaylaştırdığı düşünülür.
"Firuze yüzük taşıyan fakirlik çekmez. İnsanlar arasında değer kazanır. Zenginliğe ve mal celbine vesile olur. Öldürülmekten emin olur. Firuze bulundurmak kalbi kuvvetlendirir, insandaki korkuyu alır.. Üzerinde taşıyan suda boğularak ve yıldırım çarparak ölmez. Hısmını da mağlub eder."
Lise yıllarındaydım. Genellikle o yıllara ait anılarım bölük pörçük. Birçok şeyi tam olarak hatırlayamıyorum. Arkadaşlarımla otururken baz...