Bu sabah bir film izledim. 303.
Film adını bir zamanların efsane otobüsü 303' den alıyor. Aslında efsane deyince aklıma 303 değil de 302 geliyor. Asıl efsane buydu. Sonra 302S' ler geldi. Sonra da 303.
302' leri hayal meyal hatırlarım. O zamanlar 302' lerle giderdik İzmir' e. Otobüsler varyanttan iner Konak' a bırakırdı bizi. Daha sonraları Konak' a giriş yasaklandı. Önce Gaziemir sonra da Yeni Garaj' da bitti yolculuk.
1970-1980' li yıllarda 302' lerle yolculuk yaparken 1980' lerin sonuna geldiğimizde ise maalesef aşağıda gördüğünüz ne idüğü belirsiz, tabut benzeri araçlarla yolculuk yapmak zorunda kaldık.
Oysa şu aşağıdaki güzelliğe bakar mısınız?
Oysa ki filmden bahsedecektim. 303 filminden.
Az önce yazdığım gibi, film adını 303 Mercedes' ten alıyor. Bu otobüsün şasesi kullanılarak bir karavan yapılmış. Jan, daha filmin başında Jule' e soruyor. "Biraz eski değil mi?" diye, Jule "Hayır, yesyeni 30 civarı." diyor.
Bana göre film sadece yönetmenin ya da senaristin mesaj vermesi amacıyla yapılmış bir film. Sanki birisi birilerine bir şeyler anlatmak istemiş ve bilindik ergen tartışmalarının yaşandığı bir senaryo üzerinden gidilmiş. Her gencin yüzlerce kez tartıştığı, konuştuğu konular. Konu orijinal değil, ancak yine de izlerken keyif alacağınız türden.
Film iki kişi arasında geçiyor. Başka oyuncu yok. 😉
Ben bu filmi dört ana başlık altında toplayabilirim.
İlk bölüm, kapitalizm, komünizm, insanlığın geçmişi ve bugünü arasındaki benzer sosyolojisi ile ilgili tartışmaların yer aldığı bölüm.
İkinci bölüm, evlilik, aşk, bağlılık ve se*s tartışmaları,
Üçüncü bölüm, insanın kendisini araması ve içe dönüş, ( Bu bölüm güzel )
Dördüncü bölüm, var olmayan hayali ilişkiler ve onların yıkılışı, (Filmin gidişinden tahmin edeceğiniz bölüm)
Filmin hemen daha ilk sahnesinde Jule' un (Kadın oyuncumuz.) sınav odası kapısında beklemesi, o stresli hali ve sınavdaki sorular, bana, Hacettepe yıllarımı hatırlattı. Sitrik asit döngüsü.
-ATP önemlidir. Hücrenin yakıtı. Bilemezsen dersten kalırsın-.
Sonraki sahnede Jan' ın (Erkek oyuncumuz) , ülkemizdeki benzer bir nedenden dolayı vakıf bursunu kaybetmesi.
Veeee. film başlar.
Jule hamiledir, annesi düşük yapmasını ister. Jule ise bu kararı tek başına almak istemez ve erkek arkdaşı Alex' le bunu yüz yüze görüşmek ister ve Portekiz' e doğru yola çıkar.
Jan ise biyolojik babasını görmek için Kuzey İspanya' ya gitmeye karar verir.
Benzin istasyonunda Jule' un 303' den türeme karavanı ve Jan' ın otostopuyla başlayan hikaye...
Jan, Jule' a yaşını sorar. İkisi de 24 yaşındadır.
Jan, "3 yılımız var." der. Jule," Neyden önce 3 yılımız?", "27 olmadan önce." der Jan. "Tüm güzel insanların göçtüğü yaş. Kurt Cobain, Jonis Joplin, Amy Winehouse, Heath Ledger" diye devam eder. " Ve sonrasında Jan, intiharın bir bencillik olduğunu anlatır. Kendi problemlerini çözebilirsin ama geride bıraktıkların için yıkım olur, yakınlarına acı çektirirsin der. Hatta bir hikaye anlatır. Eski bir arkadaşının 7 yıl önce kendisini öldürdüğünü ve annesinin hala konuşamadığını anlatır. Bundan sonra da karavandan kovulur. Çünkü Jule' un kardeşi de 27 yaşında intihar etmiştir.
27 yaşında ölen ünlüler 27'ler kulübü olarak adlandırılır. Bu kulübün ilk üyelerinden biri de Jim Morrison' dır. Üniversite yıllarımda 1991 ya da 1992 yılında amfide izlemiştim bu filmi. En çok dinlediğim gruplardan biriydi.27 yaşındayken bir otel odasında ölü bulunmuştu. Brian Jones ( Rolling Stone üyesi), da 27 yaşında ölmüştü. Jimy Hendrix ' te bir otel odasında 27 yaşında ölü bulunan ünlülerden biriydi. 1994 yılında Nirvana' nın solisti Kurt Cobain' in ölümünden sonra 27'ler Kulübü dikkat çekmeye başlamıştı. Kurt Cobain' in ölümünün resmi açıklaması, kendisini kafasından av tüfeği ile vurduğu yönündeydi. Jimy ve Jim otel odasında ölü bulunmuşlardı.
Jule ve Jan' ın yolları yeniden başka bir benzin istasyonunda buluşur. Artık aynı yoldadırlar.
Filmin ilk bölümü bu şekilde başlar. Jule, Jan' e kapitalizmin insanları yalnızlaştırdığını bunu ise bilerek ve planlı bir şekilde yaptığını savunur. Örnek olarak da bir apartmanda 4 insanın yalnız yaşadığını düşün, 4 TV, 4 buzdolabı, 4 fırın gerekli , halbuki hepsi bir arada yaşasa hepsinden 1 er tane yeter diye anlatır. Hepsi yalnızken daha fazla tüketiyor der. Bunu kapitalizmin ayırma stratejisi olarak adlandırıyor. Ve filmin birçok yerinde tekrarlanan bağışıklık sistemi hakkında konuşurlar. Yalnızlığın, kortizolu arttırdığı ve bunun da bağışıklığı azalttığından bahseder Jule.
Dediğim gibi bu kısım yılardır, kapitalizm, sosyalizm ve insanın doğası üzerine yaptığınız yüzlerce tartışmaya benzemektedir. Sığ bir tartışmadan öteye geçmez zaten.
Kapitalizmin insanları mutsuz yaptığını, böylece daha fazla tüketime ittiğini anlatır Jule.
Jan ise Jule' e şu soruyu sorar. "Onlar, onlar diyorsun, peki kim onlar? Yani yöneticiler ve politikacılar karanlık odalarda buluşup, "Hadi onları tecrit edelim, daha fazla tüketirler ve direnmeye son verirler." dediklerini mi düşünüyorsun?"
Jan insanın doğası ve yapısı gereği böyle bir sistem oluştuğunu savunurken, Jule ise bu sistemin kapitalizmin yarattığını onun prensipleri olduğunu savunur."
Jule, sosyal hayattaki adaletsizliği kapitalizme bağlarken Jan ise bunu insanın doğasında olan rekabete bağlar. Rekabet neticesinde ise güçlü olanın hayatta kalacağını ve bunun da insanlığın ve doğanın genel yapısı olduğunu savunur.
Jule ise rekabet edenin değil, işbirliği içinde olanın kazanacağını savunur. Buna örnek olarak da Neanderthal' lerin rekabet ettiği için yok olduklarını, Cro-Magnonlar' ın ise işbirliği içinde yaşadıkları için atalarımız olduğunu anlatır.
İlerleyen sahnelerde sosyal mesajlara yer verilir. Jule, üretilen buğdayların tamamı doğru kullanılsa dünyada aç insan kalmaz der ve cebinden bir harita çıkarı ve Afrika' da bir yer gösterir ve burada üretilecek güneş enerjisi ile bütün dünyanın enerjisi sağlanabilecek iken halen daha fosil yakıtların kullanıldığını anlatır.
Ve karavana dönüp, yolculuklarına devam ettiklerinde ikinci bölüm tartışmaları başlar. Evlilik, bağlılık ve sek* üzerine.
Jan, çok eşliliği savunur, Jule ise aşkı. Jan, mutlu evliliklerin sırrının sek*te olduğunu savunurken, Jule ise mutlu evliliği aşka ve tutkuya bağlar.
Jan öpüşürken insanların birbirini kokladığı hatta bu kokunun burunlarının altındaki, dudağın hemen üstündeki oluktan koklandığını anlatır. Feromon' un buradan koklandığını söyler. Hatta bir deneyden bahseder. Kadın ve erkeklere bir hafta giydikleri tişörtleri koklatıp, bir erkekten hamile kalmaya en uygun kadının seçildiği deneyden. Bu bölüm, ilişkiler ve se* hakkındaki konuşmalarla doludur.
Bir karavan sabahında, Jule' un meditasyonuyla başlar sahne. Güneşi karşılama meditasyonu yapıyordu ya da sadece Bhujangasana/Kobra duruşu...Bu sahne çok kısa olduğu için tam anlayamadım. Daha sonrasında önce Jan sonra da Jule gizlice birbirlerinin tişörtlerini koklarlar. Yüzlerinde tatlı bir gülümseme belirir. Artık birbirilerine aşık olduklarını anlarlar. İlerleyen sahnelerde bunu birbirlerine itiraf ederler.
Bu sırada Jule, Jan' e hamile olduğunu söyler, ileriki sahnelerde doktor kontrolü sırasında spontan düşük yaptığını öğrenir.
Ve 3. Bölüm başlar.
"Kendinden tatile çık."
Jan "Her zaman kendimizden uzak durmalıyız, yoksa deliririz" der.
Jule' un müthiş sorusu gelir.