Tarih: Haziran 02, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Rakı neyle içilir? Suyla mı? Susuz mu? Yoksa...



Blogdaki yazılarıma bir baktım da, hayatımda çok önemli bir yer tutan bir şeyden hiç bahsetmemişim.

Rakıdan.

Her şeyi yazmışım. Ama rakıyı es geçmişim. Aslında neden yazmadığımı biliyorum da. Herkes biliyor da...

Neyse....

Bana soruyorlar rakı neyle içilir?

Suyla mı? Susuz mu?

Klasik yanıtı vereyim.

Zeki' yle içilir. Sezen' le içilir. Aşkla içilir. Mezeyle içilir. Dostla içilir. Yalnız içilir. Cümbür cemaat içilir.  Manzaraya içilir. Efkara içilir. Neşeye içilir.....Sebepsiz içilir....Canın isterse içilir.....

Keyfin nasıl istiyorsa öyle içilir. Yeter ki adabıyla olsun.

Yine soruyor?. Sen suyla mı içiyorsun susuz mu?

Diyorum ki...Ben bardaktaki o beyaz rengi seviyorum.

Mina Urgan' ın bir kitabı var. "Bir Dinazorun Anıları" . Bu kitapta bir rakı masasında Mina Urgan:

"Kalabalık bir grup, Aslanbaşı Lokantasında uzun bir masaya yerleştik. Onlar yiyor içiyor, ama ben, değil içmek, ağzıma bir lokma ekmek bile koyamıyordum. Sevgili konuklarıma hiçbir şey belli etmemek zorundaydım. Ama iskemlemden nerdeyse yere düşecek kadar bitkindim. Önümde iki bardak duruyordu. Birinde az su, ötekisinde çok su vardı. Az suyu olan bardak. sözde rakıydı. "Ne o? Artık rakıyı susuz mu içiyorsun?" diye şaştılar arkadaşlar. "Evet" dedim ve bitkinliğime karşın, politik bir yanı da olan küçük bir söylev verdim:

"Eskiden rakı böyle içilirdi. Çok küçük rakı kadehleri vardı. O küçük kadehten önce rakı içilir, üstüne soğuk su içilirdi. İngilizler, viskiyi susuz sodasız içerler. Ancak o görgüsüz Amerikalılar viskiye buzlu su ya da soda katar. 1940'lı yıllarda Missouri gemisinin İstanbul limanına demir atmasıyla birlikte, biz de onlara öykündük, rakımıza su kattık. Zaten biliyorsunuz, bizim yaşam biçimimiz, Missouri' den önce, Missouri' den sonra olarak ikiye bölünür. Missouri savaş gemisinden sonra, bizler milli içkimizin tadını bozduk. Ne var ki, dostum Cahit Kayra, bu yanılgıya asla düşmedi. Akşamları bir tek içer ama, susuz içer o teki. Ben de onun gibi yapacağım bundan böyle." 


Mina Urgan' ın bahsettiği (Çok küçük rakı kadehleri vardı.) rakı kadehi Osmanlı döneminde kullanılan "Leylek Boynu" adı verilen dar kadehlerdir. O dönemlerde rakılar bu kadehlerle sek içilirmiş. Ardından da boğazı temizlemek için su içilirmiş. Günümüzde rakı bardakları eskiden kullanılan limonata bardaklarıdır. Ben küçük bardaklarla içemiyorum. Yıllarca limonata bardaklarıyla içtiğim için ölçümü onlarla belirliyorum.

Mina Urgan, 1940 lı yıllardan önce rakının susuz içildiğini söylese de suyla içildiği yönünde de bilgiler var.

Leylek Boynu Bardak



Sezen Aksu' nu bir şarkısı var. Begonvil

Gönlünü ilk önüne çıkan
Yaz seferine bağlamışsındır
Vurunca dibine sakız rakısının
Biraz da ağlamışsındır

Sakız rakısı dediğimiz aslında Uzo, Mastika rakılarıdır. Onların içerisine aroma olarak sakız konulur. Bizde de damla sakızı konulurdu. Ama bizim geleneksel aromamız anasondur. Şimdilerde anason kokusu rakılarda eskisi gibi değil. Eskiden mutfakta rakı açıldığında sokağa kadar kokusu gelirdi. Eve girdiğimizde "Oooo rakı var." derdik. Şimdiki rakılar öyle değil. Anca bardağı burnuma götürünce alıyorum rakı kokusunu. Anasonu azaltımış rakılar içiyoruz. İçimi kolay olsun diye. Üniversite yıllarımı hatırlıyorum. Hani rakının sadece Yeni Rakı, Kulüp Rakısı, Tekel Rakısı ve benzerlerinin olduğu yılları. O yıllarda rakıyla çok haşır neşir olmayan arkadaşlarımız, rakıyı içerken burunlarını kapatırlardı. Ağır bir anason kokusu vardı

Anason deyince aklıma, Zakkum' un Anason şarkısı geldi. Ne diyor orda:

Dokunsalar
Ağlayacaksın
Ama hiç dokunmuyorlar
Biçare bakan gözlerin bırak kanasın
Gücüne gitsin şarkılar
Anason kokarken sofralar
Yaşlandırıyor seni aynalar
Her geçen yıl birer birer
Masadan eksiliyor dostlar
Anason kokarken sofralar

Mina Urgan' ın az önce bahsettiğim kitabında çok ilginç bir bölüm daha var. Onu da mutlaka buraya yazmalıyım:

Her konuda biraz tutucu genç bir doktor tanırım. Her nedense benim merakım da bu delikanlıyı siyasal görüşlerini ileri sürerek şok haline getirmek. Ne var ki, memlekette siyasal durumun berbatlığından ötürü genç doktorun bile aklı biraz başına geldiğinden, bunu başaramadım. Hatta beni onayladı nerdeyse. Bunun üzerine, çok katı ahlaksal ilkeleri savunduğunu bildiğim için, bazı alışkanlıklarımı anlatarak şunun damarına basayım diye düşündüm: Emekliliğimden beri akşamcı olduğumu, her akşam mutlaka içki içtiğimi açıkladım övünürcesine. Delikanlı, "ne kadar içiyorsunuz hocam?" diye sordu kaşlarını çatarak. Ben de o sırada bir yalan uydurup, büyük bir şişe içtiğimi söyleyemedim. "
İki, bilemedin üç tek" diye yanıtladım bu soruyu. Bir de baktım, delikanlının sert yüzünde gülücükler
belirdi. "Aman ne iyi yapıyorsunuz. Dr. Todd'un ilacıdır bu" demez mi! Fena halde bozuldum. "O da ne demek?" diye sorarken, kaşlarını çatmak sırası bana gelmişti. Meğer İngiltere' de bir Dr. Todd varmış. İçkiden hoşlanan yaşlı hastalarına sinir ilaçları, uyku hapları vereceğine, akşamları yarım bardaktan biraz fazla viski verirmiş. Bütün içkiciler de can atarmış Dr. Todd'un koğuşunda yatmaya. İlkin buna inanmadım, tanıdığım hekimlere sordum. Dr. Todd literatüre geçtiği için, hepsi biliyorlardı bunu. Az içkinin damarları açtığını, tıkanmaları önlediğini, kalbe iyi geldiğini açıkladılar bana. Böylece doktorların icazetiyle, her akşam iki tek rakımı içmeye devam ediyorum ve ihtiyarlığın nimetlerinden biri sayıyorum bunu.

Sonuçta içki zararlı bir içecek. Bir doktor olarak kim bu literatüre giren Dr.Todd diye internette araştırma yaptım. Todd Paralizi' ni görünce utandım. Nasıl unutmuşum diye. (Todd Paralizi: Çok kısaca;  Epileptik nöbet sonrası geçici felç durumudur.) Dr.Todd (Dr. Robert Bentley Todd) o dönemlerde, kendi reçetesi olan "hot toddy" ile hastalarını tedavi etmek ve semptomlarını azaltmak için, genellikle içinde brendi, sıcak su, bal veya şeker ve baharatlar içeren reçeteleri vermiş. O dönemlerde alkolün tıbbi amaçla kullanımı yaygınmış.

Ancak kesinlikle şunu unutmamak lazım. Alkol zararlı bir içecektir.

Bu arada internete Dr.Todd yazdığınıda ilginç bi haberle de karşılaşıyorsunuz. BBC' de yazılmış bir haber var. "Damardan votka hayat kurtardı." diye. Biraz da eğlence olsun diye haberin tamamını alta bırakıyorum.

Avustralyalı doktorlar zehirlenen bir hastayı hayatta tutmak için damardan votka verdiklerini açıkladılar. Ülkenin kuzeydoğusundaki Queensland eyaletinde doktorlar, intihara teşebbüs ederek büyük miktarda zehirli madde yutan İtalyan turistin, votka sayesinde kurtarıldığını söylüyorlar.

Doktorlar, etilen glikol içen 24 yaşındaki hastaya, normal koşullarda saf tıbbi alkol verilmesi gerektiğini, ancak hasta geldiği zaman hastane deposunda tıbbi alkol bulunmadığı için votka kullandıklarını belirtiyorlar.

Tedaviyi uygulayan doktorlardan Todd Fraser, Avustralya'daki ABC televizyonuna yaptığı açıklamada "Hastaya yoğun bakım ünitesinde kaldığı üç gün boyunca serumla votka verildiğini" söyledi.

Dr. Fraser, "Neden votka kullanmak zorunda kaldığımızı anlattığımızda, alışılmamış da olsa bu yönteme başvurmamızı hastane yönetimi de anlayışla karşıladı" diyor.

Doktorlar ayrıca, hastaneye geldiğinde bilincini kaybetmiş durumda olan hastanın, uyanana kadar votka nedeniyle oluşabilecek baş ağrısının da tümüyle geçmiş olduğunu söylediler.

İtalyan hastanın, hastanede iki ay önce tedavi edildiği ve sağlığına tekrar kavuştuğu bildiriliyor.

Ancak hastanın tedavi edilme yöntemine ilişkin ayrıntıların açıklanması için bugüne dek beklendi.



Dr.Todd 'la ilgili internette bir şey daha buldum. Aşağıda....   Muhtemelen Dr. Robert Bentley Todd ' den etkilenerek bu ismi koydular. İçinde is, baharat, zencefil ve bal var.




Eğer ben Türkiye' de bir rakı üreticisi olsaydım, rakının adını "Tanju" koyardım.

Aydın Boysan, rakının yalnız içilmeyeceğini, dostlarla içileceğini söylüyor.

Bir şairin, bir mimarın, bir avukatın ya da sadece bir mahalle arkadaşının ne söylediği kadar nasıl söylediği önemlidir. Rakı yalnız içilmez çünkü rakı içilirken insan konuşmak ister. Ve bazen dinlemek… Aydın Boysan

Aydın Boysan her ne kadar rakının gündüz içilmeyeceğini, akşam güneş batımından sonra içilmesi gerektiğini söylese de hem rakılar değişiyor, hem insanlar değişiyor, hem de bardaklar.... Günümüzde gündüz rakısı denilen bir kavram gelişti. Bana sorarsanız ne zaman canım isterse o zaman içiyorum. Rakı sofrasında bir tek şeyi önemsiyorum. İçtiğim kişiyi.


Önder Güngör / 2 Haziran 2025 / Ankara




Tamamını oku
Tarih: Haziran 01, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Karma- Sen karma desende o seni karar.



Her sabahki yolumdan kızımın okuluna doğru arabamla gidiyordum. Çankaya Köşkü' nün oradan Bulvara girdim. Bu yolu bilmeyenler için söyleyeyim, Uğur Mumcu Caddesinden sonra devamı olan Çankaya Caddesi' nden yolun bitiminde sağa dönerek Atatürk Bulvarı' na giriş yapıyorsunuz. Atatürk Bulvarı' nın en başı burasıdır. Yokuş aşağı iniş vardır. Bulvar' a girdiğinizde Çankaya Köşkü' nün ana kapısı tam arkanızda kalır. Sağ tarafınızda Seymenler Parkı, aşağıda sol tarafınızda İnönü Parkı bulunur. Farabi dönüşünü geçtikten sonra Kuğulu Park Alt Geçidi' ne giriş yapılır. Bu yol sabahın erken saatlerinde bile kalabalık olur.

Ben de  her zamanki saatlerde yokuş aşağı indim. Alt geçit girişinde trafik tıkalıydı. Eğer burada sol şeritte kalırsanız köprü üstünden Tunalı Caddesi' ne giriş yaparsınız. Genelde böyle bir tıkanıklıkta kurnaz(1) araç sürücüleri, orta ve sağ şeritte  köprünün altına girmek için sıra bekleyen araçların önüne geçmek için bu boş olan sol şeride girerler ve alt geçit girişinde bekleyen araçların önüne direksiyonu kırıp köprü altına sırada bekleyen bütün herkesin hakkını çiğneyerek girerler. Maalesef bu sürücülerin sayısı o kadar fazladır ki, bu yolu sürekli kullanan insanlar da o kadar bıkmışlardır ki sadece bir iç çekişiyle yollarına devam ederler.

Bu sabah ben de sıkışmış trafikten dolayı köprü girişine üç beş araba kala, frene basmış bekliyordum. Sol şeritten gelen araçlar burunlarını sokmuşlar trafiğin ilerlemesini bekliyorlardı, Bekleyen kurnazlardan(saygısızlardan) biri dikkatimi çekti. Bu araba ben Uğur Mumcu'da, bitmeyen otelin oradaki ışıkta beklerken, sağa dönüş yolunu kapatmış, market için bagajından sebze, meyve indiriyordu. Sağa dönmeye çalışan belediye otobüsü şoförü de veryansın kornaya basıp, adama -muhtemelen- küfürler savuruyordu. Yolcular ayağa kalmış, camdan adama bir şeyler söylemeye çalışıyorlardı. Herhalde işe geç kalacaklarını.... Adamın umurunda değildi. O işini hızlıca yapmak yerine kaldırımdaki başka bir adamla sohbet ediyor, eliyle de "Ne acele ediyorsun? Bekle geliyoruz işte. " cinsinden hareketler yapıyordu otobüs şoförüne. Artık sağa dönüş ışığı da kırmızıya dönmüştü. Adam sakince gelip Doblo' sunun bagaj kapaklarını kapattı. Otobüse ters bir bakış atıp aracına bindi. Işık kırmızıyken bastı gitti. Arka camdaki yazı dikkatimi çekti. "Bu da mı gol değil?" yazıyordu. İçimden sen ancak kendi kalene gol atarsın dedim.

İşte  o araba nasıl olduysa arkada kalmış şimdi de sırada bekleyen herkesin önüne kaynak yapmaya çalışıyordu. İstediğini yaptı da. Trafik ilerler ilerlemez, bastı gaza hepimizin önünden yoluna devam etti. Daha sonrasında da bir o şeride bir bu şeride girerek, herkesi tedirgin etti.

Kızımın okuluna geldiğimizde, onu okula bıraktıktan sonra arabama geri döndüm. Tam kapıyı açacaktım ki, önümdeki arabayı fark ettim. Bizim adam. Bagajdan birkaç kasa malzeme indirmiş, restoranın önündeki çalışanlarla sohbet ediyor. Camdaki yazıyı tekrar okudum. "Bu da mı gol değil?

Arabamın lastiklerini kontrol ediyormuş gibi yapıp konuşulanları dinlemeye çalıştım. Zor değildi. Caddenin başındaki adamın bile duyacağı şekilde bağıra bağıra konuşuyordu.

"Yiğenim, Sorma valla. Eşek gibi gece gündüz demiyom, çalışıyom. Valla sabahın göründe kalkmışım. Oraya zebze götür, buraya meyve götür, Patron desen üç guruş para veriyor. Hakkmız bu mu gardaş bizim. Valla hakkımı helal etmiyorum." diye dert yanıyordu.

İçimden, bu senin oluşturduğun Karma' n diyerek arabama bindim.


Önder Güngör / 1 Haziran 2025/ Ankara



Tamamını oku
Tarih: Mayıs 31, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Yolculuğa hazırlık.


Geleneksel olarak, şamanlar yolculuklarıyla ilgili törenler ve ritüeller yaratmışlardır. Yalnızca belirli bir amaç için ve belirli bir niyetle yolculuk yapmışlardır. Şarkı söyleyerek ve dans ederek kendilerini hazırlamak için zaman ayırırlar; böylece zihinlerini boşaltarak evrenin gücü için gerçek bir araç ya da “içi boş  bir kemik” haline gelirler.

İlk yolculuğunuzu yapmaya hazır olduğunuzda, yolculuk için açık bir niyet ve bir amaca sahip olduğunuzdan emin olun. Eğer aklınızda bir soru varsa, sorunuzu birkaç defa tekrar edin. Bir niyet belirlemeden yalnızca uzanıp davulu dinlerseniz güçlü bir yolculuk yapabilseniz bile çoğu insan niyet belirlemeden yolculuk yaptıklarında deneyimlerinin bulanık ve bağlantısız olduğunu bildirmişlerdir. Her türlü ruhsal uygulamanın anahtarı, -şamanik yolculuk veya meditasyon olsun- konsantrasyondur. Yolculuklarınız esnasında konsantre olmayı öğrenmek ve zihinsel konuşma veya gündelik yaşamın endişeleriyle dikkatinizin dağılmasına engel olmak önemlidir.


Şamanik Yolculuk  /   Sandra Ingerman

Tamamını oku
Tarih: Mayıs 29, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Pan



Bir inat ağrısı var sol tarafımda. Çalan kapıyı açtığımda, kimsesizlik var ardında. Islık çalarak toplamışım bütün şeytanları başıma, kaçırmışım melekleri. Alp' lerin yamaçlarında üflemişim flüte. Arkamdan gelen Pan eşlik etmiş müziğime. Bir kaç kadeh karışmış kanıma. 

....

Bir dağın tepesine çıksam, rüzgara kollarımı açsam temizler mi kalbimin kurumlarını? Alır götürür mü onları? Yoksa beni mi alır, atar önüne?

Ağzımdan çıkan kötü sözler, birer cam kırığı olsa, doldurur mu evimdeki çöp kovalarını?. Akıtmaya kalksam zehrimi, ne kadar zehir saçarım senin damarkarına.

Bir toprağa zeytin ağacı diksem, Agron' un kaderini yaşar mıyım? Dönüşür müyüm yağmur kuşuna.? 

Elimdeki fırçayı beyaza çalsam sonra da siyaha katsam, beyaza döner mi saçlarım.

İçimden tekrarlasam. Kırk kere söylesem. Ne olur acaba?

.....

Bu aralar insanların benden neler duyduklarına dikkat ediyorum, nasıl tepki verdiklerini izliyorum, Söylediklerimi algılayıp, algılayamadıkları ile ilgileniyorum. Buna göre ne kadar konuşmam gerektiğine karar vermek istiyorum.

Elimdeki demir parayı havaya fırlatıyorum, yere düşünceye kadar kaç tane farklı şeyi aklıma getirdiğimi saymaya çalışıyorum. Bu zihnimi izlememi sağlıyor.

Duvardaki resmi izlerken, bir ok görüyorum köşesinde;

Halbuki sadece Eros' un oku yok. Apollon' un da var. Artemis' in de. Artemis' in oku kadınları öldürüyor, Apollon' unki erkekleri. Ama Eros' un oku öyle mi? İki kalbi birleştiriyor. Oysa hepsi ok değil miydi?

Bir nefes, bir nefes daha alıyorum.

Rüzgar tekrar essin istiyorum.


Önder Güngör / Ankara / 29 Mayıs 2025


Tamamını oku
Tarih: Nisan 27, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hayatın anlamı.



Meşhur bir hikaye vardır.

Adamın biri çok zenginmiş ama yaşamından hiç zevk alamıyormuş. Hayatından o kadar bıkmış ki hayatın anlamını aramaya karar vermiş. Aynı kitaptaki gibi her şeyini satmış ve hayatın anlamını bulmak için etrafındaki bilgelere başvurmuş. Tibet' e gitmesi gerektiğini söylemişler. Tibet' teki en ünlü tapınaklara gidip oradaki Budist Rahiplere başvurmuş Her rahip başka bir rahibe göndermiş. En sonunda bir rahip demiş ki "Hayatın anlamını bilen bir keşiş var ama çok yüksek dağlarda yaşıyor."

Adam o keşişi bulmak için aylarca dağlarda dolaşmış. En sonunda bir mağara önünde keşişi bulmuş. Koşa koşa yanına gitmiş. Keşiş lotus duruşunda meditasyon yapıyormuş. Önünde de bir kase kiraz varmış.

"Ey yüce bilge!" demiş. "Bana hayatın anlamını söyler misin?"

Keşiş gözlerini açmış. Adama bakmadan.

"Çok basit" demiş." Hayatın anlamı bir kase kirazdır" diye eklemiş.

Adam şaşkın halde. Nasıl yani? Ne demek bir kase kiraz." Sonra da bağırarak devam etmiş. "Ben çok çok zengin bir adamdır. Hayatın anlamını öğrenebilmek için bütün malımı mülkümü sattım. Günlerce Tibet' te dolaştım. Bu dağda seni bulabilmek için aylarca aradım. Sen hayatın anlamı bir kase kiraz diyerek ne saçmalıyorsun öyle." demiş

Rahip başını adama doğru çevirmiş.

"Gözlerimi açtığımda önümde bir kase kiraz vardı." demiş. Sonra da devam etmiş. "Hayatın anlamı gözümüz açtığımızda önümüzde gördüğümüz her şeydir. " demiş.

Ankara / 27 Nisan 2025

Tamamını oku
Tarih: Nisan 26, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

MuratCA - Murat Cesurdura



BBC Earth'de Ben Fogle' un "Münzevilerin Yaşamı" diye Türkçe' ye çevirdiğim (Bazı çevirilerde "Yabandaki Hayat", "Vahşi Hayat" gibi çevirileri de var belgesel adının. "Vahşilerin Yaşamı "çevirisini sevmiyorum.) belgeselini severek izlerdim. Halen daha da izliyorum. 

Ancak son zamanlarda Youtube' da izlediğim bazı kanallar BBC Earth' de izlediğim pahalı yapımlardan daha çok ilgimi çekiyor. Örneğin MuratCA. 

Murat, Ege' nin çeşitli köylerinde kendisine yaşam kurmuş, yaratıcılık hikayeleri olan, izleyene ilham veren ve yaşam akışını değiştirebilecek hayatları gözler önüne seriyor. 

Murat' ı izlemeyi seviyorum.

En son video içeriğini alta bırakıyorum.



Tamamını oku
Tarih: Nisan 23, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Eskiden Ankara

 Ayhan Çilingiroğlu' nun anılarını anlattığı bir kitabı var. Kitapta 1934-2014 yıllarına ait  siyasi, toplumsal, ekonomik olaylara değinilmiş.

Ankara ile ilgili küçük bir bölümü aşağıya bırakıyorum.

1934 yılında Van’dan Ankara’ya geldiğimizde ben dört yaşında idim. Babam en büyük kardeşimiz Firuz’u Ankara Erkek Lisesi’nin ortaokul kısmının birinci sınıfına kaydettirilmiş. Ankara Erkek Lisesi, bugün İbni Sina Hastanesi’nin bulunduğu yerde idi ve o binaya Taş Mektep de denilirdi. Ankara taşından yapılmıştı. Ankara Numune Hastanesi de o tepeye inşa edilmişti. 1940’lı yılların başında Ankara’nın yeni gelişmekte olan semtinde, Yenişehir’de günün koşullarına uygun projelendirilmiş, geniş bahçesi, spor salonu, konferans salonu olan kalorifer ile ısıtılan bir lise binası yapılmak kararı alınmış. Adı da değiştirilerek Ankara Atatürk Lisesi öğretime başlamış. O yıllarda Ankara’da ortaokul binaları yapılıyor ve hatta sıra numarası ile o okullara isim veriliyordu. Kurtuluş semtinde Birinci Ortaokul vardı. Anafartalar Caddesi yakınında çukur bir mekânda İkinci Ortaokul vardı ve Necla Ablam sonra o okulun öğrencisi olmuştu. Üçüncü Ortaokul Ulus Meydanı’ndan Dışkapı’ya giden caddenin üzerinde ufak bir bina idi. Vecihe Ablam oradan mezun olduktan sonra Ankara Kız Lisesi’nde eğitimine devam etti idi. Hamamönü semtinde benim ilkokulum İnönü İlkokulu’nun yakınında Ankara Dördüncü Ortaokulu inşaatına başlanıldığını hatırlıyorum. Tam karşısında Ankara Doğumevi inşa edilmesi de aynı zamanlara rastlar.

Ayhan Çilingiroğlu / Seksen Yıl 1934-2014 (Kesitler)

Bir başka alıntı: https://cebeciortaokulu.meb.k12.tr/icerikler/okulumuzun-tarihcesi_14175785.html

1937 yılında Ankara’da üç tane ortaokul vardır. Bunlardan birincisi, bugünkü Kurtuluş İlköğretim Okulu binasında eğitim öğretim veren BİRİNCİ ORTAOKULU, ikincisi bugünkü Anafartalar Lisesi’nin bulunduğu yerdeki küçük bir binadaki İKİNCİ ORTAOKUL, üçüncüsü de yine bugünkü Numune Hastanesi’nin bulunduğu yerde “Taş Mektep” diye adlandırılan binadaki ÜÇÜNCÜ ORTAOKUL idi.


İsmet İnönü Ortaokul

Taş Mektep, Daha sonra yıkılarak yerine Yüksek İhtisas Hastanesi yapılmış.

Taş Mektep/ Namazgah Mezarlığından görünüm



Cebeci Ortaokulu

Tamamını oku
Tarih: Nisan 20, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Ne zaman büyürüz?

Bazen merak ederim:  Nasıl başkaldırırsak kaldıra­lım, kişiliğimiz gerçekten kendi kişiliğimiz mi, yoksa yalnızca başkalarının bizde var  olduğunu söyledikleri ki­şilik mi? Öğretmenler ve ruhbilimciler olarak .. insan ol­manın öğrenildiğini biliriz. Öğretenlerimiz kimlerdir? İlk öğretmenlerimiz ana ve babalarımız, ailemizdir. Eğer hala çocuk değilsek, artık onları hiçbir şeyle suçlaya­mayız, çünkü onlar da  herkes gibi yalnızca insandır­lar. Onların da  kendi sorunlan, kendi güçlülük ve  güç­süzlükleri vardır. Bize  yalnızca kendi bildiklerini öğ­retebilmişlerdir. Babanız  olan o adama ve  anneniz olan o  kadına gidip «Sizi büt_ün  kusurlarınızla birlikte sevi­yorum.» diyebildiğiniz gün gerçekten büyüdünüz demek­tir.

Leo Buscaglia / Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek

Tamamını oku
Tarih: Nisan 13, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Renklerimizi çalmışlar.

 


Yukarıdaki resmi twitterda gördüm.

Alttaki yorumlar çok güzeldi.

"Hayatımızdan renkleri çaldılar."

"Rengimiz kaybolmuş."

"1980 ler ne kadar güzel renkli. O zamanın çocukları büyüynce neden renksiz bir dünya yarattı."

"Hayat tüm renklerini kaybetmiş."

"Mutluluk yerini hüzne bırakmış."

"Kamera kalitesi artmasına rağmen renkler kaybolmuş."


Daha bir sürü güzel yorum bırakmışlar bu görselin altına.

Geçen yıl yakın arkadaşlarımın neredeyse tamamı arabasını değiştirdi. Ben ve eşimde değiştirdik.

Galeriye gittiğiniz zaman, zaten istediğiniz modelin sadece bir-iki versiyonu var. Renkler hep aynı; gri, siyah, beyaz ya da bunların acayip adlandırmaları, Bilmem ne beyazı, bilmem ne grisi ve bunlar gibi acayip renkler.

Yani ne arabayı ne modeli ne de renkleri siz seçebiliyorunuz. Ellerinde ne varsa onu satıyorlar. Yıllar önce, Mercedes' te çalışan bir arkadaşım, fabrikadan banttan çıkan arabaları gören işçilerin, her siyah ve beyaz mercedes için bunlar Türkiye' ye gidecek araçlar diye kendi aralarında konuştuklarını anlatmıştı.

Sonuç olarak hem üreticiler hem de biz araba rengi seçiminde maalesef yukarıdaki görselde alttaki park yerindekiler gibiyiz.

Birçok arkadaşım en çok Küba ve Hindistan' a gitmek istiyor. Belki de bunun nedeni ordaki renklerin halen daha duruyor olması olabilir mi?











Tamamını oku
Tarih: Nisan 12, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Çirkinden güzel olur mu?

 Yıllar yıllar önce Anadolu'nun bir köyünde iki delikanlı yaşarmış. Birinin adı Demir Ali, diğerinin adı da Topal Memet' miş. İkisi de 17 yaşındaymış. Birer hafta arayla doğmuşlar komşu evlerde. Memet bir ayağı kısa doğmuş. O yüzden de Topal Memet demiş köylüler ona. Ali çocukluğundan beri çok güçlü, kaslı, iri yapılı, geniş omuzlu, uzun boylu gürbüz bir delikanlıymış. O yüzden de Demir Ali demişler ona da.



Kendi köyü ve çevre köylerdeki bütün genç kızlar da namı varmış Ali' nin. Hepsi Demir Ali' yle evlenmek isterlermiş. Köylüler Demir Ali kızları ile evlensin diye sürekli ona hediyeler getirirlermiş. Ali' nin burnu havalardaymış, kimseleri beğenmezmiş. Delikanlıların hepsi de Ali' ye benzemek için ellerinden geleni yaparlarmış. Demir Ali' nin en iyi arkadaşı Topal Memet' miş. Ama Ali herkese yaptığı gibi Memet' e de yukarıdan bakar, topal olduğu için sürekli onu alaya alırmış. Topal Memet' te Ali' ye göre bir o kadar cılız, zayıf, kısa boylu, tıknaz birisiymiş. Ama eli yüzü düzgün yakışıklı birisiymiş ama bu halinden dolayı kimse bakmazmış yüzüne. Yürürken çoğu zaman köy meydanın ortasında toprağa düşüp, yığılı verirmiş. Etraftakiler koşup kaldırırlarmış. Birkaç kez kız istemişler Memet'e ama kimseler razı olmamış. Bazen büyükler karşı çıkmış, bazen de kızlar varmamış Topal Memet' e.

Oysa Demi Ali öyle mi? Ateş yakmış her gönülde.

Günün birinde komşu köyde büyük bir düğün olmuş. Çevre köylerin hepsi davetliymiş. Bütün gençler de doluşmuşlar köye. Hatun bakacaklar kendilerine. Köy meydanında sazlar çalıyor, yarışmalar yapılıyormuş. Her yarışmanın galibi Demir Ali oluyormuş. Bütün delikanlılar Demir Ali' nin çevresinde. Kızlar uzaktan uzağa süzüyorlarmış Ali' yi. Topal Memet köy meydanının kenarında bir taşa oturmuş, sessizce olup biteni izliyormuş. Bir ara kalkmış, kalabalığa karışmaya karar vermiş. Ama tam meydanın ortasına gelecekken yine yığılı vermiş oracığa. Onu öyle gören herkes basmış kahkahayı. Demir Ali' de "İşte bu da büzüm köyün topalı diye" bağırmış çevredekilere.Köylülerden yine bir alaycı bir kahkaha yükselmiş. O sırada yaşlı beyaz sakallı bir dede girmiş Topal Memet'in koluna., kaldırıvermiş ayağa. Kahkahası biten köylüler birbirlerine bakıp, "Kim ki bu dede?" demişler. Hiç bir köyden değilmiş. Dede köyün ileri gelen yaşlılarından da yaşlı, ama güçlü kuvvetli birisiymiş. Memet' i bir çırpıda kaldırmış yerden. Koluna girdiği gibi yürümüş aşağı ormanlığa. Bir yandan da arkadakiler bağırıyormuş Demir Ali sen de gel diye. Ali ne olduğunu anlamadan gitmiş peşlerinden Köyün kenarındaki küçük bir derenin yanında otururken bulmuş dedeyle Topal Mehmet' i. Dede Ali' ye eliyle işaret ederek Memet' in yanına otur demiş. Ali, Memet' in yanına oturur oturmaz, Ali' nin kafasını çekip almış boynundan, sonra da Memet' inkini. Topal Memet' in kafasını Demir Ali' nin boynuna, Demir Ali' nin kafasını Topal Memet' in boynuna takı vermiş. İkisi de korkudan yere yığılıp kalmışlar. Topal Memet kendisini hemen toparlamış. Ayağa kalktığında ağaçlar daha küçük gözükmüş ona. Kocaman boyuyla şaşa kalmış. Adımını attığında sanki yerdeki taşlar eziliyor gibiymiş. Şöyle bir kendisine bakmış. Dağ gibi hissetmiş yeni halini. Eğilip Demir Ali' yi kaldırmış yerden yeni kaslı kollarıyla. Hem de hiç güç harcamadan. Ali kendisine gelir gelmez Memet' in kollarından kurtulup koşmak istemiş ama ilk adımında oracığa yığılı vermiş. "Ne oldu bana diye?" bağırmış. Yerden kalkmaya çalışmış ama bir türlü kalkamıyormuş. Kolları o kada gçsüzmüş ki bedenini taşıyamıyormuş. Yardım istemiş Memet' ten. Memet bir çırpıda kaldırmış Ali'yi. trafa bakarak dedeyi aramışlar. Ama dede yok olmuş gitmiş. Ali bağırmış çağırmış ama sesini kimseye duyuramamış. Sesleri duyan köylüler koşarak dere kenarına gelmişler. Gördükleri manzara karşısında şaşkına düşmüşler.

Ali ve Memet ölene kadar öyle kalmışlar. Memet, Ali' yi her yere sırtında taşımış. İkisi de hiç evlenmemiş. Köylüler yıllarca kuraklıkla boğuşmuşlar. Ali ile Memet' in köyünde ve çevre köylerde hiç çocuk doğmamış. Ta ki köyler terkedilene kadar.


Önder Güngör / 12 Nisan 2025 / Ankara / Çankaya

Tamamını oku
Tarih: Nisan 01, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Kaçak şifacılar.



Bahçede oturmuş kitabımı okuyorum. Okunacak öğrenilecek o kadar çok şey var ki!

Bildiklerimiz öğrendiklerimiz okyanusta bir damla bile değil.

Ama sonuçta her okuduğumuz, her öğrendiğimiz "artı bir" oluyor.

Konfüçyus' un bir söz vardır. "Gerçek ve doğru bilgi, ne bildiğinizi ve ne bilmediğinizi bilmektir."

Okuduğum kitabı daha önce de okumuştum.

Küçük bir bölümü alta bırakıyorum.

Kaçak şifacılar sıradan şifacılardan önemli farklılıklar gösterirler. Onlar yaptıkları işlerde olağanüstü başarılıdırlar ama iç dünyalarına baktığınızda büyük bir boşluk ve kaos görürsünüz. İçlerindeki tüm enerji, iyileştirdikleri kişilere ve olaylara akıp gider; kendilerine ayıracak zamanları yoktur. 

Kaçak şifacıları tanımlamanın en iyi yolu, onlara kendileri için ne yaptıklarını sormaktır; dinlenmek ya da kendilerini iyi hissetmek için ne yaptıklarını sormaktır. Sıradan şifacılar böyle bir soruyla karşılaşınca hiç duraksamadan koca bir liste dökerler. Kaçak şifacılarınsa ya dilleri tutulur ya da içinde bencillik olmayan misyonlarını anlatmaya başlar.

.....

Kaçak şifacılar başka insanların acı içinde olmasına dayanamazlar. O kişilerin rahatsızlıklarına bağlı öğrenebilecekleri dersler olduğunu tamamen göz ardı ederek onları kurtarmaya girişirler. Kaçak şifacıların niyetleri iyidir ama sonuçta çözülemez bağımlılıklar yaratırlar çünkü iyileştirmek zorunda ve arzusunda oldukları için olayları akışına bırakamazlar. Sürekli yeni misyonlar yaratmak, yeni adaletsizlikler bulup üstüne gitmek ihtiyacındadırlar. Genellikle de işe sizin hayatınızdan ve çektiğiniz sıkıntılardan başlarlar.

Kaçak şifacılığın ardında yatan temel itki dünyayı acıdan kurtarmak gibi görünse de aslında bunu gerçekleştirmeye çalışanlar kendi acılarının hatırasından kurtulmaya çalışmaktadırlar.

Alıntıladığım kitap Karla McLaren' in Aura ve Çakra Kullanma Kılavuzu

01 Nisan 2025 / Akçay Güre Sahili

Tamamını oku
Tarih: Mart 30, 2025 Yazar: Yorum: 2 yorum

Eşyalar toplanmış seninle birlikte

Bu yıl bayram tatili 9 güne çıkınca, kayınvalide ve kayınpederin vefatından sonra ilk kez yazlığa geldik. Aslında kayınvalidemin vefatından sonra kayınpederimi getirmiştik yazlığa ancak bu sefer ikisi de yok.  Kapıyı açıp içeri girdik. Tanju Okan' ın şarksında ki gibi...

Eşyalar toplanmış seninle birlikteAnılar saçılmış odaya, her yere


 
Onların alışık olduğu düzene uygun olarak bahçe eşyalarını dışarıya çıkardık. Olması gerektiği gibi, arka bahçenin sandalyelerini arkaya ön bahçeninkileri öne taşıdık. Bisikletleri yan bahçede duvara yasladık. Yolu kapatmamasına dikkat ettik. Bu sefer bahçeyi sulamadık çünkü yağmurluydu.




Bilgisayarımı koltukların üzerine bırakmadım. Valizleri de üst kata taşıdım. Kayınvalide bunlara çok dikkat ederdi.


Sabah kahvaltı için erkenden markete gidip her zamanki gibi beyaz ekmek aldım. Kayınpeder "Oğlum annene de ekmek al." derdi.

Akşamları bütün bahçe ışıklarını yaktık. Tüm site aydınlansın istedik onların istediği gibi.

Öğlenleri, alışık oldukları düzeni hiç bozmadım. Saat 12 de bira içmeye başladım. İkisi birden "Bu saate mi?" derdi.


Kayınvalidemin gecenin geç saatinde yüksek sesle televizyonu seyrederdi ve hep tartışırdık. Bu sefer ben yüksek sesle televizyon izledim. Sanki onlar varmış gibi.


Tavlayı aradım bulamadım. Bulsaydım masanın bir köşesine iliştirecektim. Gidene kadar orada kalsın diye. Kayınpederi yenince bana "Büyücü" derdi.

Öğlenleri okey oynardık. Ben Gamze'yle kayınpederle kayınvalide birlikte olurlardı. Kayınpeder okeye dönerken kayınvalideye işaret ederdi ama kayınvalide taşı gelince hemen açardı. "Bana ne ben bittim" derdi

Dün öğlen sandalyeleri ön bahçede dağınık şekilde bıraktım. Sonra içime sinmedi yine topladım.

Bisikletin arka selesindeki çöpleri dökmedim. Çünkü o sepette hep çöp olurdu.


Kedilerin eve girmesine halen daha çok kızıyorum ama fazla da ses etmiyorum.



Bu satırları yazarken .... bir saniye bekleyin. Bir bira daha aldım dolaptan.

Önce "Sarı gelin" i çaldım. Kayınvalidenin anısına.

Sonra da bir türkü çaldım. Kayınpederin anısına....Ruhi Su' dan


Önder Güngör / Akçay Güre / Edremit / 30 Mart 2025 Bayramın İlk Günü

Tamamını oku
Tarih: Mart 27, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Sen beni boşuna kalbinin oralara koyma*

 



Bazen kişilerle konuşmak demek yüz yüze konuşmak demek değildir. Bu konuşma şekline istediğiniz adı verebilirsiniz. Telepatik konuşma, kalp yoluyla konuşma, duygularla konuşma ne derseniz deyin.
Genellikle böyle bir konuşma şeklini bilinçli olarak kullandığımızda olumlu bir amaç için kullanırız. Ancak, işin asıl bir de istenmeyen ve kötü sonuçlar doğudan başka bir yönü daha vardır. Bir insan için aklımızda söylediğimiz her türlü eleştiri, kızgınlık, yargılama da aynı şekilde o kişiyle bir konuşma şeklidir.

O yüzden AN’ a dikkat etmemiz, düşüncelerimizi sürekli gözden geçirmemiz gerekmektedir. İyi şeyler  emek gerektirir.

Önder Güngör


*Başlık

Hayat ne ki sanki anlık bir buluşma
Sen beni boşuna kalbinin oralara koyma*
Nil Karaibrahimgil.
Tamamını oku
Tarih: Mart 25, 2025 Yazar: Yorum: 1 yorum

Doğa dert etmez.



Doğa en hayran olduğum yerdir. Hatta doğa bir kişi olsaydı en hayran olduğum kişi olurdu.

Dağ omum, ova onun, nehir onun, deniz onun, ağaç onun, orman onun, hayvanlar onun......şehirler onun...hatta insanlar onun...

Hiç bir şeyi kafasına takmıyor.

İstediği kadar sert rüzgarlarla dövüyor dağları, ovaları, şehirleri. 

Fırtına oluyor. Ağaçları öyle eğiyor ki köklerinden sökülüp uçması umurunda değil.

Don oluyor. Kar oluyor. Donmamız, çığ altında kalmamız umurunda değil. Ağaçlar, tarlalar, çiçekler donmuş. Umurunda değil.

Yağmur oluyor. Şehirlerimizi, evlerimizi önüne alıp giden sel umurunda değil.

Güneş oluyor. Ormanlar yanmış, nehirler kurumuş. Kuraklık gelmiş. Umurunda değil.

O sadece kendi işine bakıyor.

Hiç bir şeyi dert etmiyor.

Umurunda değil.


Tamamını oku
Tarih: Mart 23, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Daldan dala atlıyorum.



Bölük pörçük okuyorum kitapları bu aralar. O kitaptan bu kitaba atlıyorum. Beğenmediğim bölümleri hızlıca geçiyorum. Bazı yerleri ise defalarca okuyorum.

Bazı yerleri not alıyor bazı yerleri de buraya yazıyorum.

Görüyorsunuz. mahcup olmak duygusundan da epeyce uzak. çalakalem yazıp duruyorum. Hem de mavi tüylü kamış kalemle ... Mürekkep hokkasına bana bana ... Daktilo makinasından nefret ediyorum. 

Sonra kağıtları koca masaya yayıp, yazıyı bir nefeste okuyorum. Çukur veya tümsek varsa belli oluyor. Bunlara, kontrolu gereken bilgilere, işaret koyup, kağıtları zımbalıyorum. Bu işler hep, tek damla içki içilmemiş gecelerin, yarılarında oluyor. Yazı ertesi gece yarısı, kendi sansürümden geçiyor. Düzeltiliyor, benden kopuyor. 

Bereket versin yazı, okur huzuruna, cok sonra çıkıyor. Anında çıksa, belki de dilim dolaşacak, edep endişesi yüzünden şaşıracağım. Oysa yazarken, nasılsa düzeltirim deyip, hafiften ayıp şeyler ve argo sözcükler yazmaya korkmuyorum. Ama bir de bakıyorum ki, bunları düzeltmemişim... Okuyunca mahcup oluyorum dersem, inanır mısınız ki? (Sahiden biraz oluyorum). 

 Dostlarıma hep söylüyorum. Yaşayışın zorluklarından kurtulmanın güvenilir çaresi, onun felsefesini yapmak ... Diyorum ki: «Ben hayatın ne olduğunu, lakerda yerken anlıyorum ... Ama balığın tadından değil, yanındaki yumruklanmış kuru soğandan ... Hayat da kuru soğan gibi . . . Tabakaları kalktıkça küçülüyor ve arada bir göz yaşı dökülüyor . .

Aldanmak / Aydın Boysan

Tamamını oku