Sahiden bunları yapabilmek mümkün müydü? Yoksa bir hayal dünyası mıydı.? Yoksa her şey bir rastlantıdan mı ibaretti?
Sahiden bunları yapabilmek mümkün müydü? Yoksa bir hayal dünyası mıydı.? Yoksa her şey bir rastlantıdan mı ibaretti?
Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur.
Sabah 07.30’ da Mevsim’ i okuluna bıraktım. Kapıdaki
güvenlik ateşini ölçtü. 35.3 dedi. O sırada okul görevlilerinden biri yerde
birikmiş su birikintisini süpürüyordu. Güvenlik görevlisi;
“Abi sen ne yaptın? Bir yerdeki suyu başka bir çukura
süpürdün, dağıtacaktın o suyu.” dedi.
Görevli biraz geriye çekilip, yaptığı işe baktıktan sonra “Oldu,
oldu.” dedi.
Güvenlik görevlisi haklıydı.
Arabayı iş yerinde her zamanki sokağa park ettikten sonra Metin
Oktay Park’ ına doğru yürüdüm. Yolda orta yaşlı sarışın bir kadın bağırarak “İpini
yakalar mısınız?” diye seslendi. Baktım, bir sokak köpeği bana doğru koşuyor.
Köpek iri yarı. Üstelik sokak köpeği. Sonradan tasmasını fark ettim. Köpeğe
elimle “Gel gel.” diye işaret ettim. Köpek yanımdan daha hızlı koşarak geçti
gitti. Kadın topallayarak yürüyordu. “Düştünüz mü?” diye sordum. “Evet” dedi. “Köpek
mi çekti?” dedim. Cevap vermedi. “Geçmiş olsun.” diyerek yoluma devam ettim. O
köpeği yakalamak için kadına yardım etme cesaretini kendimde bulamadım. O da
öyle bir yardım istemedi zaten. Muhtemelen barınaktan alınmış bir köpekti. İri
yarı ve sert bakışlı olmasına rağmen yanımdan zıplayarak geçişi çok şirindi.
Çayıra salınmış atlar gibi zıplaya zıplaya kaldırımda kırıtıyordu. Barınaktan
ya da sokakta terk edilmiş köpekleri
evlerine alan insanlar bana toplumun bir tık üstündeki insanlar gibi geliyor.
İçimden kadına teşekkür edip Metin Oktay Park’ ına daldım. Bir, iki tur sonra
iş yerine.
Masama oturup, radyomu açtım. Önümde sayfaları açık olan
kitaptan birkaç satır okudum ki, içeriye
kat görevlisi daldı. Yerleri paspaslıyordu. “Hava nasıl hocam.” diye sordu. “İyi
gibi ama parkta yürürken biraz üşüdüm.” dedim. “Hocam aslında havada kar havası
var. Dün gece yağar diye çok bekledim ama yağmadı.” dedi. “Bu yıl kuraklık
olacakmış.” dedim. “Hocam herkesin biraz dikkat etmesi lazım yoksa dünya
bitecek.” dedi. “O yüzden Mars’ta koloni kurmaya çalışıyorlar ya.” dedim. “Hocam
kursunlar ben gitmem.” dedi. “Zaten seni beni götürmezler. Sadece zenginler
gider. Geri kalanlar dünyada kalır. Zengin dediysem de öyle böyle değil.
Türkiye’ nin en zengini bile onlara göre fakir kalır.” dedim. “Olsun ben
gitmem.” dedi. “Hem hocam uzayda ne var ki gideyim? “ dedi. Düşündüm. Doğru
söylüyordu. “Bildiğimiz uzayda ne vardı ki?”
O sırada önümde açık olan kitabın sayfalarından az önce
okuduğum satırlar aklıma geldi. “Prana olayının anlaşılması çok zordur,
çünkü Prana ne oksijen ne de havadır.
İnsan nefesini tutarak bir süre yaşayabilir. Yoga teknikleri sayesinde insan
saatlerce nefessiz kalabilir. Bu sırada organizmanın doğasında olan Prana yaşamı desteklemektedir. Bununla
birlikte Prana olmadan insan bir saniye bile yaşayamaz. Prana sözcüğü, “kozmik enerji”, “evrensel enerji”, veya “yaşam
enerjisi” anlamında kullanılmaktadır.” Akif Manaf / Nefes Sanatı
Önder Güngör /25 Kasım 2021 /Ankara /Bahçelievler
Gözümü açtığımda saate baktım. 06.50 . Yataktan çıkmak için ideal bir saat. Sağıma dönüp Gamze'ye baktım. Yatakta yok. Hayret benden önce kalkmış. O da ne?. Burası bizim yatak odamız değil ki? Heyecanla yataktan fırladım. Odayı bırak ev bizim evimiz değil. Panikle odadan çıktım. Evet bu ev bizim evimiz değil. Hızla odalara girip çıktım. Evde benden başka kimse yoktu. Aman allahım benim ne işim var bu evde. Yatak odasına geri döndüm. Etejerin üzerinde bir cep telefonu vardı. Telefon benim değildi. Hemen oradan Gamze'nin telefonunu aradım. Gamze'nin sesi...
- Alo aşkım nasılsın?
-Buyurun kimsiniz?
-Aşkım ben.
-Siz kimsiniz beyefendi?
Bu da ne demek ya...
-Gamze'cim neredesin?
-Beyefendi siz kimsiniz?
-Aşkım benim. Önder.
-Kardeşim sapık mısın nesin? Bir, bana aşkım deme. İki, ben evli değilim. Önder diye birini de tanımıyorum. Yanlış aradınız?
Çat! Telefon kapandı.
Herhalde dün akşam burada kaldığım eve gitmediğim için bana çok kızgın diye düşündüm.
AMA BENİM BU EVDE NE İŞİM VAR?
Gamze'nin annesini aradım?
- Alooo damadınız konuşuyor?
- Ne damadı evladım?
- Ben Önder? - Önder. Hangi Önder. Tanıyamadım. Oğlum yanlış aradınız galiba benim kızlarım bekar? Önder diye birini de hatırlayamadım.
Acaba yanlış mı aradım?
- Büyük kızınız Gamze değil mi?
- Evet.
- İşte ben onun kocasıyım.
- Tövbe estağfurullah. Oğlum yanlış aradın. Kızımın ismi Gamze ama benim kızım hiç evlenmedi.
Aman allahım neler oluyor? Çıldırdım herhalde diye düşündüm. Evi biraz dolaştım. Evin her yerinde benim fotoğraflarım vardı. Üstelik fotoğraf çektirdiğim kişilerin hiç birini tanımıyordum ve bu fotoğrafları nerede çektirdiğimi de hiç hatırlamıyordum. Daha önce hiç gitmediğim yerlerde fotoğraflarım vardı. Bu evde ne işi vardı o fotoğrafların? Asıl benim ne işim vardı?
Mutfak dağınıktı. Masanın üstünde bir adet tabak vardı. Kirlilerin hepsi lavabodaydı.
Kapı çaldı.
- Ekmek ister misiniz Önder Bey?
Aaa bu adam beni tanıyordu.
- Beni tanıyor musunuz? -
Anlamadım? Kaç ekmek vereyim?
Bu adamdan ben niye buradayım, ne oldu vb.. şeyler öğrenmeliydim.
- Baksanıza siz bu apartmanda görevlisiniz değil mi?
- Önder Bey şaka mı yapıyorsunuz. Ben 5 yıldır bu apartmandayım. Siz iyi misiniz?
Siz iyi misiniz lafını siz manyak mısınız? der gibi sordu ama...onunla uğraşacak halde değildim.
- Sana bir şey soracağım ben bu apartmanda kaç yıldır oturuyorum.?
- Vallahi ben bilmem abi siz daha iyi bilirsiniz? Ben geldiğimden beri burada oturuyorsunuz?
Yuhhh. Demek ki burası benim evim. Ben kesin kafayı yedim.
- Peki Gamze Hanım'ı gördün mü? Galiba biraz erken çıkmış?
- Gamze Hanım da kim abi?
Yok bir şey tamam deyip kapıyı kapattım. Allahım çıldıracağım galiba. Sabah bilmediğim bir evde uyanıyorum. Karım beni tanımıyor. Annesi beni tanımıyorum. Ömrümde ilk kez gördüğüm bir adam beni 5 yıldır tanıdığını söylüyor. Ne koydunuz benim içkime.....
Aklıma bizimkileri aramak geldi.
- Anne naber?
- Buyurun evladım Kkmi aradınız?
- Anne ben Önder?
- Evladım yanlış aradın?
Gamze'nin kardeşini denedim.
- Arzu'cum ben Önder Abi'n nasılsın?
- Kim anlamadım.
- Enişten len manyak.
- Pardon yanlış oldu. Benim ablam evli değil ki? Siz yanlış Arzu'yu aradınız galiba. Hem manyak sizsiniz?
Telefon kapandı. Hayret. Onlarda beni tanımıyorlar. Çok ilginç. Hangi boyuttayım ben. Hayatımdaki hiç kimse beni tanımıyor ama hepsi yerli yerinde. Telefonları aynı,sesleri aynı, isimleri aynı , akrabalıkları aynı. Yerinde olmayan bir tek benim herhalde.
Nasılsa benim evim. Buzdolabını açtım. Ayak üstü kahvaltı yapıp, işe gideyim diye düşündüm.
Benim olmayan ama bana ait olduğunu düşündüğüm elbiseleri giydim. Hepsi tam uydu.
Montu giydikten sonra aklıma bir şey takıldı. Peki işe neyle gidecektim. Arabam yerinde duruyor mu acaba?
Holde bir çanta vardı. Benim çantam olmalıydı. Ön gözünde bir araba anahtarı buldum. Kesinlikle benim arabama ait değildi. Apartmandan çıktım. Otoparkta, anahtarın üzerine bastım. Biip diye bir ses, ışıklar yanıp söndü. Vaayyyyy . Zevkli adammışım bu arabayı beğendim.
İşe doğru yola koyuldum. İş yerime geldiğimde kapıdaki çocuklar beni tanımadılar. Odamda ve masamda başkaları vardı. Burası benim iş yerim değildi artık. Koridorda Gamze'yle karşılaştık.
- Merhaba aşkım dedim? - Bana tuhaf tuhaf bakıp. Telefondaki sapık sen miydin? deyip koşarak yanımdan uzaklaştı.
Arabaya geri döndüm. Holde bulduğum ve yanıma aldığım arka koltuktaki çantayı açtım. Gözlerini karıştırdım. Bir işyeri kimliği buldum. Kimlik benim adımaydı adını daha önce defalarca duyduğum bir şirkete aitti. Kimlik üzerinde proje departmanı yazıyordu. Vayy ne projesiymiş bu böyle? Belki bütün sorularımın cevabını burada bulabilirdim. Şirketin önüne geldim otopark bariyerle kapalıydı, görevli beni görünce hemen bariyeri kaldırdı. Arabayı park edip, kapısını kilitledim. Görevli arkamda bağırdı.
-Çıkacak mısınız Önder Bey.
- Yooooo?
- Peki o zaman niye yerinize park etmediniz? Vaybe otopark yerim bile varmış.
Girişte proje departmanı 5.kat diye yazıyordu. Masamı bile çok rahatlıkla buldum.
Bir görevli çay bıraktı masama. Yaklaşık on beş kişi kocaman bir odada çalışıyorduk. Herkes işinin başındaydı.
Etrafı izledim. Benim ömrümde ilk kez gördüğüm fakat yıllarımı birlikte geçirdiğim insanlarla birlikteydim. Hiç birini tanımıyordum. 10 yıllık karım beni tanımıyor. Yıllarca çalıştığım arkadaşlarım beni tanımıyor. Ancak burada yüzlerini ilk kez gördüğüm insanlar beni kırk yıldır tanıyorlarmış gibi davranıyorlar. Ne geçmişteydim ne de gelecekte. Kendi zamanımdaydım ama farklı bir boyuttaydım sanki.
Akşam erken yattım.
Sabah 3 tane veletin üzerime çıkmasıyla uyandım. Gözümü açtığımda Gamze benim üç veletle boğuşmamı seyrediyordu. Bunlarda kim diye bağırdım?
Gamze,
- Ne demek kim? Önder sen iyi misin.? Çocuklar gelin babanız uyanmadı daha.
Bizim hiç çocuğumuz yoktu. Bu sabah üçüz çocuklarımızla uyandım. Gamze beni hatırlıyordu. Hatta bunu sorduğumda tuhaf tuhaf baktı bana.
Ev bizim evimizdi.
Evliliğimizin ikinci yılında dünyaya gelmiş bizim çocuklar. Şimdi sekiz yaşındalar. Bense onlarla bugün tanıştım.
Bunun gibi bir çok farklı sabahlara uyandım. Bütün uyanışlarımda; değişmeyen bir tek şey vardı. O da kendim. Kendi özüm, kendi yaşadıklarım, beni ben yapan her şey yerli yerindeydi. Bundan da önemlisi bunların hepsini hatırlıyordum.
Bundan 2 yıl önceydi. Ekim ayının sonlarıydı. İş arkadaşım Nedim motorunu henüz yeni almıştı. Keeway. Daha sonradan bu motor küçük olduğu için, yanına bir de Aprilla Caponord eklenecekti.
Ben daha önce hiç gitmemiştim. Yolu bilmiyordum. Gölbaşı'na doğru gittik. 15 km sonra Bala yoluna döndük. Yol sapsarı tarlalarla doluydu.
Bir çay ocağında mola verdik. Birer çay içtik. Genelde motorla gidenler burada hep dururmuş. Nedim' de daha önce bir çok kez burada durmuş.
Karakeçili'ye vardığımızda Nedim' e balık ısmarlayacaktım. Ben de salata yiyecektim. Gezimizin ana amacı buydu.
Konur Sokak' la Olgunlar Caddesi'nin kesiştiği yerde bir bar vardı. Adını şu anda hatırlayamadım.
Bir gece saat 0.30 civarlarında içeride canlı müzik çalıyordu. Masalardan sadece bir kaçı doluydu. Bar ha kapandı ha kapanacaktı.
Gitar eşliğinde bir hanımefendi Ajda Pekkan' dan bir şarkı söylüyordu.
Kıştı. Hava soğuktu.
Kapı açıldı. İçeriye elinde şarap şişesiyle bir adam girdi. Yaşlıydı. Üstü başı dökülüyordu. Evsiz bir ihtiyardı muhtemelen.
Girişin yanındaki masaya oturdu.
Barın sahibi, ihtiyarı uyarmaya giden garsona eliyle "bırak otursun dercesine" işaret etti. Garson yerine geri döndü.
Müzik bitti.
İhtiyar, sarhoş sesiyle ağlamaklı bir şekilde bağırdı.
"Sil baştan."
Masalardakiler dönüp, elinde şarap şişesi, kolu havada olan ihtiyara baktılar.
O sırada hanımefendi şarkıya çoktan başlamıştı.
"Gücün var mı? sevgilim
Derin sularda inci tanesi aramaya
Cesaretin kaldıysa
Hala benle aşktan konuşmaya"
"Sil baştan başlamak gerek bazen
Hayatı sıfırlamak
Sil baştan sevmek gerek bazen
Her şeyi, unutmak."
"Sil baştan" kısmına ihtiyar bağırarak eşlik etti.
Müzik bitti.
İhtiyar geldiği gibi kapıdan çıktı gitti.
Önder Güngör/Ankara
Bir arkadaşımla Bahçeli 7.Caddede buluşmak için sözleşmiştik. Saate baktım. Buluşmamıza daha bir saat vardı. Kendimi aç hissettiğim için etrafta pizzacı aradım. Vejeteryan olduğumdan dışarıdaki yemek seçeneğim oldukça azdır. Ömrüm boyunca "Ne yemek yersiniz?" sorusuna "Fark etmez. Ne olsa yerim." diyenlere imrenmişimdir. Oysa tüm menüde, benim için bir iki tane seçenek anca bulunur.
Bu haftasonu da diğerlerinin aynısıydı. Her zaman yaptığım gibi Tinto Blanco'da çocuklara yemek yedirdim. Yemek sırasında duvara yansıyan barkovizyonda Joan Baez ile Mercedes Sosa, Gracias A La Vida 'yı birlikte söylüyorlardı. Harika bir videoydu. Hemen alta videoyu ekledim.
"Olağanüstü yakışıklı bir delikalı olan Narcissus kendisine aşık olanlara tepeden bakardı. Tanrılar onu cezalandırmak için bir su birikintisinde gözüne çarpan kendi görüntüsüne aşık olmasını sağladılar. Sadece kendi yansımasına tutulduğunu ve bu yansımasının aşkına karşılık vermeyeceğini anlayan Narcissus intihar etti."
Mitoloji 101 / Kathleen Searsİlk Nilüfer Örer' den dinlemiştim. Bugünlerde Mary Jane' den dinliyorum. Kopya kağıdı gibi olmuş.
İnan bana çok geç değil Mevsim bahar daha kış değil Bir kez daha dayanamam Kalbim nasır ama taş değil Bir deli rüzgar esse bir yerlerden Savurur mu, götürür mü beni bilmem O deli aşık mazide kaldı artık Dönecek mi geriye onu bilmem Hiç zaman olmaz mı, geri gelmez mi Savunmasız duygular Ah o günleri bir daha vermez mi Acımasız şu yıllar
Atılgan'ı herkes çok iyi bilir. Kaptan Kirk' ün meşhur sözüdür "Işınla beni Scotty." Kaptan Kirk'ün en zor anlarında bir kurtuluş sözcüğüdür bu. Bütün gemi mürettebatı gemiye ışınlanıverir.
Kendinize şöyle deyin: "Şimdi iyi şeylerin hayatıma daha çok girmesine izin veriyorum."