Tarih: Nisan 27, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Hayatın anlamı.



Meşhur bir hikaye vardır.

Adamın biri çok zenginmiş ama yaşamından hiç zevk alamıyormuş. Hayatından o kadar bıkmış ki hayatın anlamını aramaya karar vermiş. Aynı kitaptaki gibi her şeyini satmış ve hayatın anlamını bulmak için etrafındaki bilgelere başvurmuş. Tibet' e gitmesi gerektiğini söylemişler. Tibet' teki en ünlü tapınaklara gidip oradaki Budist Rahiplere başvurmuş Her rahip başka bir rahibe göndermiş. En sonunda bir rahip demiş ki "Hayatın anlamını bilen bir keşiş var ama çok yüksek dağlarda yaşıyor."

Adam o keşişi bulmak için aylarca dağlarda dolaşmış. En sonunda bir mağara önünde keşişi bulmuş. Koşa koşa yanına gitmiş. Keşiş lotus duruşunda meditasyon yapıyormuş. Önünde de bir kase kiraz varmış.

"Ey yüce bilge!" demiş. "Bana hayatın anlamını söyler misin?"

Keşiş gözlerini açmış. Adama bakmadan.

"Çok basit" demiş." Hayatın anlamı bir kase kirazdır" diye eklemiş.

Adam şaşkın halde. Nasıl yani? Ne demek bir kase kiraz." Sonra da bağırarak devam etmiş. "Ben çok çok zengin bir adamdır. Hayatın anlamını öğrenebilmek için bütün malımı mülkümü sattım. Günlerce Tibet' te dolaştım. Bu dağda seni bulabilmek için aylarca aradım. Sen hayatın anlamı bir kase kiraz diyerek ne saçmalıyorsun öyle." demiş

Rahip başını adama doğru çevirmiş.

"Gözlerimi açtığımda önümde bir kase kiraz vardı." demiş. Sonra da devam etmiş. "Hayatın anlamı gözümüz açtığımızda önümüzde gördüğümüz her şeydir. " demiş.

Ankara / 27 Nisan 2025

Tamamını oku
Tarih: Nisan 26, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

MuratCA - Murat Cesurdura



BBC Earth'de Ben Fogle' un "Münzevilerin Yaşamı" diye Türkçe' ye çevirdiğim (Bazı çevirilerde "Yabandaki Hayat", "Vahşi Hayat" gibi çevirileri de var belgesel adının. "Vahşilerin Yaşamı "çevirisini sevmiyorum.) belgeselini severek izlerdim. Halen daha da izliyorum. 

Ancak son zamanlarda Youtube' da izlediğim bazı kanallar BBC Earth' de izlediğim pahalı yapımlardan daha çok ilgimi çekiyor. Örneğin MuratCA. 

Murat, Ege' nin çeşitli köylerinde kendisine yaşam kurmuş, yaratıcılık hikayeleri olan, izleyene ilham veren ve yaşam akışını değiştirebilecek hayatları gözler önüne seriyor. 

Murat' ı izlemeyi seviyorum.

En son video içeriğini alta bırakıyorum.



Tamamını oku
Tarih: Nisan 23, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Eskiden Ankara

 Ayhan Çilingiroğlu' nun anılarını anlattığı bir kitabı var. Kitapta 1934-2014 yıllarına ait  siyasi, toplumsal, ekonomik olaylara değinilmiş.

Ankara ile ilgili küçük bir bölümü aşağıya bırakıyorum.

1934 yılında Van’dan Ankara’ya geldiğimizde ben dört yaşında idim. Babam en büyük kardeşimiz Firuz’u Ankara Erkek Lisesi’nin ortaokul kısmının birinci sınıfına kaydettirilmiş. Ankara Erkek Lisesi, bugün İbni Sina Hastanesi’nin bulunduğu yerde idi ve o binaya Taş Mektep de denilirdi. Ankara taşından yapılmıştı. Ankara Numune Hastanesi de o tepeye inşa edilmişti. 1940’lı yılların başında Ankara’nın yeni gelişmekte olan semtinde, Yenişehir’de günün koşullarına uygun projelendirilmiş, geniş bahçesi, spor salonu, konferans salonu olan kalorifer ile ısıtılan bir lise binası yapılmak kararı alınmış. Adı da değiştirilerek Ankara Atatürk Lisesi öğretime başlamış. O yıllarda Ankara’da ortaokul binaları yapılıyor ve hatta sıra numarası ile o okullara isim veriliyordu. Kurtuluş semtinde Birinci Ortaokul vardı. Anafartalar Caddesi yakınında çukur bir mekânda İkinci Ortaokul vardı ve Necla Ablam sonra o okulun öğrencisi olmuştu. Üçüncü Ortaokul Ulus Meydanı’ndan Dışkapı’ya giden caddenin üzerinde ufak bir bina idi. Vecihe Ablam oradan mezun olduktan sonra Ankara Kız Lisesi’nde eğitimine devam etti idi. Hamamönü semtinde benim ilkokulum İnönü İlkokulu’nun yakınında Ankara Dördüncü Ortaokulu inşaatına başlanıldığını hatırlıyorum. Tam karşısında Ankara Doğumevi inşa edilmesi de aynı zamanlara rastlar.

Ayhan Çilingiroğlu / Seksen Yıl 1934-2014 (Kesitler)

Bir başka alıntı: https://cebeciortaokulu.meb.k12.tr/icerikler/okulumuzun-tarihcesi_14175785.html

1937 yılında Ankara’da üç tane ortaokul vardır. Bunlardan birincisi, bugünkü Kurtuluş İlköğretim Okulu binasında eğitim öğretim veren BİRİNCİ ORTAOKULU, ikincisi bugünkü Anafartalar Lisesi’nin bulunduğu yerdeki küçük bir binadaki İKİNCİ ORTAOKUL, üçüncüsü de yine bugünkü Numune Hastanesi’nin bulunduğu yerde “Taş Mektep” diye adlandırılan binadaki ÜÇÜNCÜ ORTAOKUL idi.


İsmet İnönü Ortaokul

Taş Mektep, Daha sonra yıkılarak yerine Yüksek İhtisas Hastanesi yapılmış.

Taş Mektep/ Namazgah Mezarlığından görünüm



Cebeci Ortaokulu

Tamamını oku
Tarih: Nisan 20, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Ne zaman büyürüz?

Bazen merak ederim:  Nasıl başkaldırırsak kaldıra­lım, kişiliğimiz gerçekten kendi kişiliğimiz mi, yoksa yalnızca başkalarının bizde var  olduğunu söyledikleri ki­şilik mi? Öğretmenler ve ruhbilimciler olarak .. insan ol­manın öğrenildiğini biliriz. Öğretenlerimiz kimlerdir? İlk öğretmenlerimiz ana ve babalarımız, ailemizdir. Eğer hala çocuk değilsek, artık onları hiçbir şeyle suçlaya­mayız, çünkü onlar da  herkes gibi yalnızca insandır­lar. Onların da  kendi sorunlan, kendi güçlülük ve  güç­süzlükleri vardır. Bize  yalnızca kendi bildiklerini öğ­retebilmişlerdir. Babanız  olan o adama ve  anneniz olan o  kadına gidip «Sizi büt_ün  kusurlarınızla birlikte sevi­yorum.» diyebildiğiniz gün gerçekten büyüdünüz demek­tir.

Leo Buscaglia / Yaşamak Sevmek ve Öğrenmek

Tamamını oku
Tarih: Nisan 13, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Renklerimizi çalmışlar.

 


Yukarıdaki resmi twitterda gördüm.

Alttaki yorumlar çok güzeldi.

"Hayatımızdan renkleri çaldılar."

"Rengimiz kaybolmuş."

"1980 ler ne kadar güzel renkli. O zamanın çocukları büyüynce neden renksiz bir dünya yarattı."

"Hayat tüm renklerini kaybetmiş."

"Mutluluk yerini hüzne bırakmış."

"Kamera kalitesi artmasına rağmen renkler kaybolmuş."


Daha bir sürü güzel yorum bırakmışlar bu görselin altına.

Geçen yıl yakın arkadaşlarımın neredeyse tamamı arabasını değiştirdi. Ben ve eşimde değiştirdik.

Galeriye gittiğiniz zaman, zaten istediğiniz modelin sadece bir-iki versiyonu var. Renkler hep aynı; gri, siyah, beyaz ya da bunların acayip adlandırmaları, Bilmem ne beyazı, bilmem ne grisi ve bunlar gibi acayip renkler.

Yani ne arabayı ne modeli ne de renkleri siz seçebiliyorunuz. Ellerinde ne varsa onu satıyorlar. Yıllar önce, Mercedes' te çalışan bir arkadaşım, fabrikadan banttan çıkan arabaları gören işçilerin, her siyah ve beyaz mercedes için bunlar Türkiye' ye gidecek araçlar diye kendi aralarında konuştuklarını anlatmıştı.

Sonuç olarak hem üreticiler hem de biz araba rengi seçiminde maalesef yukarıdaki görselde alttaki park yerindekiler gibiyiz.

Birçok arkadaşım en çok Küba ve Hindistan' a gitmek istiyor. Belki de bunun nedeni ordaki renklerin halen daha duruyor olması olabilir mi?











Tamamını oku
Tarih: Nisan 12, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Çirkinden güzel olur mu?

 Yıllar yıllar önce Anadolu'nun bir köyünde iki delikanlı yaşarmış. Birinin adı Demir Ali, diğerinin adı da Topal Memet' miş. İkisi de 17 yaşındaymış. Birer hafta arayla doğmuşlar komşu evlerde. Memet bir ayağı kısa doğmuş. O yüzden de Topal Memet demiş köylüler ona. Ali çocukluğundan beri çok güçlü, kaslı, iri yapılı, geniş omuzlu, uzun boylu gürbüz bir delikanlıymış. O yüzden de Demir Ali demişler ona da.



Kendi köyü ve çevre köylerdeki bütün genç kızlar da namı varmış Ali' nin. Hepsi Demir Ali' yle evlenmek isterlermiş. Köylüler Demir Ali kızları ile evlensin diye sürekli ona hediyeler getirirlermiş. Ali' nin burnu havalardaymış, kimseleri beğenmezmiş. Delikanlıların hepsi de Ali' ye benzemek için ellerinden geleni yaparlarmış. Demir Ali' nin en iyi arkadaşı Topal Memet' miş. Ama Ali herkese yaptığı gibi Memet' e de yukarıdan bakar, topal olduğu için sürekli onu alaya alırmış. Topal Memet' te Ali' ye göre bir o kadar cılız, zayıf, kısa boylu, tıknaz birisiymiş. Ama eli yüzü düzgün yakışıklı birisiymiş ama bu halinden dolayı kimse bakmazmış yüzüne. Yürürken çoğu zaman köy meydanın ortasında toprağa düşüp, yığılı verirmiş. Etraftakiler koşup kaldırırlarmış. Birkaç kez kız istemişler Memet'e ama kimseler razı olmamış. Bazen büyükler karşı çıkmış, bazen de kızlar varmamış Topal Memet' e.

Oysa Demi Ali öyle mi? Ateş yakmış her gönülde.

Günün birinde komşu köyde büyük bir düğün olmuş. Çevre köylerin hepsi davetliymiş. Bütün gençler de doluşmuşlar köye. Hatun bakacaklar kendilerine. Köy meydanında sazlar çalıyor, yarışmalar yapılıyormuş. Her yarışmanın galibi Demir Ali oluyormuş. Bütün delikanlılar Demir Ali' nin çevresinde. Kızlar uzaktan uzağa süzüyorlarmış Ali' yi. Topal Memet köy meydanının kenarında bir taşa oturmuş, sessizce olup biteni izliyormuş. Bir ara kalkmış, kalabalığa karışmaya karar vermiş. Ama tam meydanın ortasına gelecekken yine yığılı vermiş oracığa. Onu öyle gören herkes basmış kahkahayı. Demir Ali' de "İşte bu da büzüm köyün topalı diye" bağırmış çevredekilere.Köylülerden yine bir alaycı bir kahkaha yükselmiş. O sırada yaşlı beyaz sakallı bir dede girmiş Topal Memet'in koluna., kaldırıvermiş ayağa. Kahkahası biten köylüler birbirlerine bakıp, "Kim ki bu dede?" demişler. Hiç bir köyden değilmiş. Dede köyün ileri gelen yaşlılarından da yaşlı, ama güçlü kuvvetli birisiymiş. Memet' i bir çırpıda kaldırmış yerden. Koluna girdiği gibi yürümüş aşağı ormanlığa. Bir yandan da arkadakiler bağırıyormuş Demir Ali sen de gel diye. Ali ne olduğunu anlamadan gitmiş peşlerinden Köyün kenarındaki küçük bir derenin yanında otururken bulmuş dedeyle Topal Mehmet' i. Dede Ali' ye eliyle işaret ederek Memet' in yanına otur demiş. Ali, Memet' in yanına oturur oturmaz, Ali' nin kafasını çekip almış boynundan, sonra da Memet' inkini. Topal Memet' in kafasını Demir Ali' nin boynuna, Demir Ali' nin kafasını Topal Memet' in boynuna takı vermiş. İkisi de korkudan yere yığılıp kalmışlar. Topal Memet kendisini hemen toparlamış. Ayağa kalktığında ağaçlar daha küçük gözükmüş ona. Kocaman boyuyla şaşa kalmış. Adımını attığında sanki yerdeki taşlar eziliyor gibiymiş. Şöyle bir kendisine bakmış. Dağ gibi hissetmiş yeni halini. Eğilip Demir Ali' yi kaldırmış yerden yeni kaslı kollarıyla. Hem de hiç güç harcamadan. Ali kendisine gelir gelmez Memet' in kollarından kurtulup koşmak istemiş ama ilk adımında oracığa yığılı vermiş. "Ne oldu bana diye?" bağırmış. Yerden kalkmaya çalışmış ama bir türlü kalkamıyormuş. Kolları o kada gçsüzmüş ki bedenini taşıyamıyormuş. Yardım istemiş Memet' ten. Memet bir çırpıda kaldırmış Ali'yi. trafa bakarak dedeyi aramışlar. Ama dede yok olmuş gitmiş. Ali bağırmış çağırmış ama sesini kimseye duyuramamış. Sesleri duyan köylüler koşarak dere kenarına gelmişler. Gördükleri manzara karşısında şaşkına düşmüşler.

Ali ve Memet ölene kadar öyle kalmışlar. Memet, Ali' yi her yere sırtında taşımış. İkisi de hiç evlenmemiş. Köylüler yıllarca kuraklıkla boğuşmuşlar. Ali ile Memet' in köyünde ve çevre köylerde hiç çocuk doğmamış. Ta ki köyler terkedilene kadar.


Önder Güngör / 12 Nisan 2025 / Ankara / Çankaya

Tamamını oku
Tarih: Nisan 01, 2025 Yazar: Yorum: 0 yorum

Kaçak şifacılar.



Bahçede oturmuş kitabımı okuyorum. Okunacak öğrenilecek o kadar çok şey var ki!

Bildiklerimiz öğrendiklerimiz okyanusta bir damla bile değil.

Ama sonuçta her okuduğumuz, her öğrendiğimiz "artı bir" oluyor.

Konfüçyus' un bir söz vardır. "Gerçek ve doğru bilgi, ne bildiğinizi ve ne bilmediğinizi bilmektir."

Okuduğum kitabı daha önce de okumuştum.

Küçük bir bölümü alta bırakıyorum.

Kaçak şifacılar sıradan şifacılardan önemli farklılıklar gösterirler. Onlar yaptıkları işlerde olağanüstü başarılıdırlar ama iç dünyalarına baktığınızda büyük bir boşluk ve kaos görürsünüz. İçlerindeki tüm enerji, iyileştirdikleri kişilere ve olaylara akıp gider; kendilerine ayıracak zamanları yoktur. 

Kaçak şifacıları tanımlamanın en iyi yolu, onlara kendileri için ne yaptıklarını sormaktır; dinlenmek ya da kendilerini iyi hissetmek için ne yaptıklarını sormaktır. Sıradan şifacılar böyle bir soruyla karşılaşınca hiç duraksamadan koca bir liste dökerler. Kaçak şifacılarınsa ya dilleri tutulur ya da içinde bencillik olmayan misyonlarını anlatmaya başlar.

.....

Kaçak şifacılar başka insanların acı içinde olmasına dayanamazlar. O kişilerin rahatsızlıklarına bağlı öğrenebilecekleri dersler olduğunu tamamen göz ardı ederek onları kurtarmaya girişirler. Kaçak şifacıların niyetleri iyidir ama sonuçta çözülemez bağımlılıklar yaratırlar çünkü iyileştirmek zorunda ve arzusunda oldukları için olayları akışına bırakamazlar. Sürekli yeni misyonlar yaratmak, yeni adaletsizlikler bulup üstüne gitmek ihtiyacındadırlar. Genellikle de işe sizin hayatınızdan ve çektiğiniz sıkıntılardan başlarlar.

Kaçak şifacılığın ardında yatan temel itki dünyayı acıdan kurtarmak gibi görünse de aslında bunu gerçekleştirmeye çalışanlar kendi acılarının hatırasından kurtulmaya çalışmaktadırlar.

Alıntıladığım kitap Karla McLaren' in Aura ve Çakra Kullanma Kılavuzu

01 Nisan 2025 / Akçay Güre Sahili

Tamamını oku